![]() |
Yuumi Hikayesi |
'Şampiyon Yuumi'
Sihirli Kedi
Yuumi
Özellikler;
Can:
480 (+70 seviye başına)
Can Yenileme:
7 (+0.55 seviye başına)
Saldırı Gücü:
55 (+3.1 seviye başına)
Zırh:
25 (+3 seviye başına)
Saldırı Hızı:
NaN (+1% seviye başına)
Büyü Direnci:
25 (+0.3 seviye başına)
Hareket Hızı:
330
Yetenekleri
Dokuz Can
Belli
aralıklarla, Yuumi bir rakip şampiyona saldırdığında mana yeniler ve
onu takip ederek hem kendini hem de yapıştığı takım arkadaşını koruyan
bir kalkan kazanır.

Sinsi Atış
Bedel: 85/90/95/100/105/110 ManaMenzil: 1150
Yuumi,
isabet ettiği ilk hedefe hasar veren bir atış yapar. Bu atış ilave
hasar verir ve isabet etmesi en az 1 saniye sürerse hedefi yavaşlatır.
Atış, yapışık haldeyken fare imleciyle kontrol edilebilir.
Atış, yapışık haldeyken fare imleciyle kontrol edilebilir.
Yuumi
isabet ettiği ilk rakibe {{ totalmissiledamage }} Büyü Hasarı veren
serseri bir atış yapar. Atış isabet etmeden önce {{
afterburnertimetooltip }} saniye boyunca havada kalırsa {{
empoweredmissiledamage }} Büyü Hasarı verir ve şampiyonları {{
slowduration }} saniyeliğine %{{ slowamount }} yavaşlatır.Eğer yapışık haldeyken kullanılırsa, Yuumi atışı fareyi kullanarak kontrol edebilir.

Sen ve Ben!
Bedel: 0 ManaMenzil: 25000
Pasifi,
Yuumi'nin ve takım arkadaşının değişken kuvvetini arttırır. Aktifi,
Yuumi'nin hedef takım arkadaşının üstüne atılarak kuleler dışındaki
birimlerce hedef alınamamasını sağlar.
Pasif: Yuumi yapıştığı
takım arkadaşının değişken kuvvetini {{ flatadaptivestats }} + %{{
adaptivestatsharing*100 }} arttırır ve aynı miktarı kendisi de kazanır.
Aktif: Yuumi bir takım arkadaşının üstüne atılarak ona yapışır. Yuumi yapışık haldeyken arkadaşıyla birlikte hareket eder ve kuleler dışındaki birimlerce hedef alınamaz.Sen ve Ben! {{ attachcooldown }} saniyelik bir bekleme süresine sahiptir ama Yuumi yapışık haldeyken yeteneği yeniden kullanarak takım arkadaşları arasında geçiş yapabilir veya mevcut takım arkadaşından ayrılabilir.Yuumi'nin üstünde kullanılan hareketsiz kılma etkileri, Sen ve Ben! yeteneğini 5 saniyelik bekleme süresine sokar.
Aktif: Yuumi bir takım arkadaşının üstüne atılarak ona yapışır. Yuumi yapışık haldeyken arkadaşıyla birlikte hareket eder ve kuleler dışındaki birimlerce hedef alınamaz.Sen ve Ben! {{ attachcooldown }} saniyelik bir bekleme süresine sahiptir ama Yuumi yapışık haldeyken yeteneği yeniden kullanarak takım arkadaşları arasında geçiş yapabilir veya mevcut takım arkadaşından ayrılabilir.Yuumi'nin üstünde kullanılan hareketsiz kılma etkileri, Sen ve Ben! yeteneğini 5 saniyelik bekleme süresine sokar.

Çıldırrr
Bedel: 100/115/130/145/160 ManaMenzil: 25000
Yuumi'yi
iyileştirir ve hareket hızı ile saldırı hızını arttırır. Eğer Yuumi bir
takım arkadaşına yapışık haldeyse bu etkiyi ona aktarır.
Yuumi
kendini {{ minamounttoheal }} Can iyileştirir ve {{ msduration }}
saniyeliğine %{{ finalmovespeed }} Hareket Hızı ve %{{
attackspeedamount*100 }} Saldırı Hızı kazanır. Eğer Yuumi yapışık haldeyse, bu yetenek onun takım arkadaşını etkiler.

Son Sayfa
Bedel: 100 ManaMenzil: 1100
Yuumi
yoğunlaşarak yedi hasar dalgası gönderir ve üçten fazla kez isabet alan
hedefleri yere sabitler. Yuumi, yoğunlaşma esnasında hareket edebilir,
bir şampiyona yapışabilir ve Çıldırrr yeteneğini kullanabilir.
Yuumi
{{ ultduration }} saniye boyunca yoğunlaşarak {{ totalmissiledamage }}
Büyü Hasarı veren {{ numberofwaves }} dalga gönderir (ilave atışlar %{{
multimissilereduction*100 }} Hasar verir). {{ wavestoroot }} ya da daha
fazla dalgadan isabet alan şampiyonlar {{ ccduration }} saniyeliğine
yere sabitlenir.Yuumi, yoğunlaştığı sırada hareket edebilir ve Sen ve
Ben! ve Çıldırrr yeteneklerini kullanabilir.
Yuumi Sloganı
“Yapılmıştır kediler alacakaranlık ve numaralardan, köpekler havlamalar ve sopalardan! Kitap'sa sadece yaşlı bir ağaçtan.”
Yuumi Rolü
Destek
Yuumi Bölgesi
BANDLE ŞEHRİ
Şampiyon Yuumi Öyküsü
Yordle'ım
Norra, arkadaşım Kitap'ın sayfaları arasında horluyor. Düzinelerce ay
güvesi açık pencereden içeri uçan fenerler gibi girdikçe kuyruğumun ucu
titremeye başlıyor. Neşe içinde havaya sıçrıyorum. Güve yakalasam da
yakalamasam da umurumda değil. Gitgide daha yükseğe zıplıyor, çevremde
süzülen ay güvelerini patiliyorum.
Bir
tanesi bükülüp kendi içine kıvrılıyor, havada çırpınmaya başlıyor ve
sonunda uskumru biçimini alıyor. Çevremdeki diğer ay güveleri de dönüp
bükülerek havada yüzen balıklara dönüşüyor. Enfes! Ta ki dünya bir anda
altüst olana dek. Raflardan havalanan kitaplar patır kütür tavana
dökülüyor. Hâlâ uyumakta olan Norra'cığım yerinden havalanıyor. Balıklar
dört bir yana dağılıyor ve biz de düşüyoruz, düşüyoruz, düşüyoruz...
Uyanıyorum.
Tahta bir kutunun içindeyim. Gözlerimi uykulu uykulu kırpıştırıyorum.
Kutunun tahtaları arasından ay ışığı süzülüyor. Fare delikleri aşkına!
Ben buraya nasıl girdim? Ha, doğru ya. Nefis balık kokusu burnumu
doldurunca Bilgewater sokaklarında gezindiğimi, bir kasa kuru balık
bulduğumu, tıka basa doyana kadar yiyip tok karnına derin bir uykuya
daldığımı hatırlıyorum.
Doğrulup rahatça
yerleşmeme kalmadan midem kalkıyor ve yan tarafımın üstüne düşüyorum.
Tepeme (tıpkı rüyamdaki gibi!) düzinelerce kuru balık yığılıyor ve
karnım gurulduyor.
Kitap, düşen balıklardan
kaçınmaya çalışarak bir köşede açılıp kapanıyor. Sayfalarına yiyecek
değmemesi gerektiğini ima ediyor sürekli. Kurutulmuş ağaçlar biraz balık
koksa daha güzel olurlar bence ama Kitap kurutulmuş ağaçlar hakkında
benden çok daha fazla şey biliyor, bu yüzden onunla tartışmıyorum.
Tahtaların
aralıklarından dışarı bakıyorum. Altımızdaki zemin yalpalayıp
gıcırdıyor. Uzaktaysa ay ışığıyla yıkanan uçsuz bucaksız bir parlaklık
görünüyor. Okyanustayız!
“Kitap yaaaa!” diye bağırıyorum. “Şekerlemenin sonu nasıl kötü gelebilir?”
Kitap bıkkınlıkla açılıp kapanıyor. Ben suyu sevmem. Kitap da sevmez.
Telaşlanmaya
başlıyorum. Kitap hışırdayarak bana endişelenmemem gerektiğini
hatırlatıyor ama artık çok geç. Çaresizce debelenerek tahtaları
tırmalıyorum. Bu sırada kuru balıklardan birkaçını da yanlışlıkla
parçalıyorum. Okyanus bana en sevdiğim yiyeceği yok ettiriyor. Suyun en
kötü türü bu olsa gerek! Kitap'ın kapağını patileyerek bizi bu ıslak
kâbustan uzaklara kaçıracak, buzlarla çerçevelenmiş bir geçidin
sayfasını açıyorum. Bir yere, herhangi bir yere kaçmamız gerek. Soğuk
bir yere bile razıyım.
Tam Kitap'ın geçidine
atlayacakken, çanların çınlamasına ve en parlak gökkuşaklarına benzer
bir çığlık işitiyorum. Kürküm diken diken oluyor. Bir yordle çığlığı bu.
Kasanın tahtalarının arasından dışarı bakıp iki
insan denizcinin mavi kürklü bir yordle'ı dalgalarda hızla yol alan
geminin güvertesinin kenarına sürüklemesini seyrediyorum. Birinin
çenesinde kara tüyler var. Diğeri tombul. İkisi de kötü kötü sırıtıyor.
Üst üste yığılmış zıpkınların, olta kamışlarının, mızrakların ve kalın
misina makaralarının üstünden atlayarak ilerliyorlar. Bunlar derin deniz
canavarı avcıları olmalı.
“Bu cücükle de ne kocaağız balığı tutulur ha!” diyor ilk denizci.
Daha
tombul olanı, “Balıkların en büyükleri yordle etine bayılırmış,” diyor.
“Kendim hiç denemedim. Bilgewater'da pek yordle bulunmuyor.”
Mavi
kürklü yordle ciyak ciyak bağırarak onlardan kurtulmaya çalışıyor. “Ben
balık yemi değilim!” diye bağırıyor. Her kelimede sesi daha da
tizleşiyor. “Yalvarırım bırakın beni!” Denizciler hiç tınmıyor.
İçinde
olduğum kasa öncekinden de şiddetle sarsılırken gemi de olduğu gibi
yana yatıyor. “Ha bak, balıklar vurmaya başladı bile. Teknemizi
kocaağızlarla dolduralım bakalım!” diyor ilk denizci sırıtarak. O
sırıtışını hiç beğenmiyorum.
Geminin etrafında dev
bir sırt yüzgeci dönmeye başlıyor. Denizde oluşturduğu aslan
büyüklüğündeki dalgalar teknenin yan tarafına çarpıyor. Kitap'ın beni
çekiştirdiğini hissediyorum. Kimse görmeden hemen bir geçitten geçip
kötü sudan kaçmamızı istediğini biliyorum ama ben yordle'ın çığlığını
duyuyorum. Patimi tahtaların arasından çıkarıp kutunun kapağını tutan
kancayı açıyorum. Yordle'ı bir başına ölüme terk etmeyeceğim. Norra'mı
kaybettikten sonra öyle bir şey yapamam.
Denizciler
yüzgecin denizde sağa sola savruluşuna bakıyor. Ben kaplan kadar
sessizce kasadan çıkıp onlara sinsi sinsi arkadan yaklaşana kadar beni
fark etmiyorlar.
Zavallı yordle'ı uzun bir oltanın
ucuna bağlamışlar, yukarıdan okyanusa sarkıtıyorlar. Altındaki su
köpüklenip kaynaşıyor. Su zaten hep olabilecek en iğrenç şekillerde
hareket eder! Zıpkın yığınının üstüne atlıyorum. Kitap da peşimden
geliyor. Havada dururken bir yandan da sayfalarını gergin gergin
çırpıyor. Denizciler bizi görüyor.
“Şunlar mor bir rakunla uçan bir kitap mı?” diye soruyor denizcilerden biri.
Öbürü, “Bence yavru bir ayıyla uçan bir defter,” diyor.
“Hayır geri zekâlılar, kedi işte,” diyor bir üçüncüsü. “Yakalayın!”
Denizciler
bana doğru atılıyor ama ben hızla ayaklarının arasından geçiyorum.
Bacaklarına iyice dolaşıp bağlanan bir büyü ipi atıyorum. Masada duran
bardaklarmış gibi devriliyorlar.
Geminin
küpeştesine sıçrayıp oltanın yanına tünüyorum. Ne yapmam gerektiğinden
emin değilim. Altımızda dalgalar burgaçlanıyor. Birden av içgüdüm
devreye giriyor: Birazdan bir şey üzerimize atlayacak.
Yordle
oltaya tutunurken, “Çözün beni!” diye bağırıyor. “Ben yem falan
değilim! Bu ziyadesiyle acayip ve utanç verici bir durum!”
Şansı var ki ben suyu sevmesem de balıklardan korkmam.
Olta
kamışının üstüne atlıyorum. Bazen bir kedinin atlayışının tam ortasında
zaman yavaşlar. Patilerim şemsiye gibi açılmış ve kürküm o korkunç
suların üzerinde rüzgârla dalgalanıyor olabilir ama o yordle'ı kurtarmak
için elimden geleni ardıma koymamaya kararlıyım. Hem zaten atlayışın
ortasında vazgeçmek mümkün de değil.
“Merak etme küçük mavi yordle!” diye bağırıyorum. “İmdadına yetiştim!”
Hemen arkamda Kitap'la yordle'ın omzuna indiğimde kaderlerimiz bir oluyor.
Olta
ağırlığımızdan sarsılıyor. Gördüğüm en büyük balık birden sudan dışarı
fırlıyor. Uzunluğu geminin üçte biri kadar. Çenesi ardına kadar açık,
içindeki yüzlerce diş ay ışığında parlıyor. Ağzı o kadar büyük ki iki
tane ineği çiğnemeden yutabilir. Vücudunun sipsivri, jilet
keskinliğinde, gümüş ve mor pullarla kaplı olduğunu parlak ışığım
sayesinde bu karanlıkta bile görebiliyorum.
Dev kocaağız balığı yordle'ı, Kitap'ı, beni, hatta olta kamışının bir kısmını bütün bütün ağzına alıveriyor. Yer bile kalıyor!
Balık
suya geri düşerken biz de onun damağına çarpıyoruz. İçerisi zifiri
karanlık, bayat deniz mahsulü kokuyor! Ama balık bizi yutamadan
çevremizi balon gibi saran büyülü bir kalkan açıyorum. Hayvanın boğazına
tıkanıyoruz. Parlak ışığımı yine açtığımda fena halde çürümüş dişler
görünüyor. Demek içerisi bu yüzden feci kokuyor. Yordle çevresini
görünce viyaklıyor. Balık kıvranıp debeleniyor. Biz üçümüz bir o yana
bir bu yana savruluyoruz ama patlamayan balon bizi koruyor.
Arkadaş edinmenin pek tuhaf bir yöntemi bu!
Kaçabilmek
için Kitap'ı açmaya çalışıyorum ama kocaağız bir kere daha havaya
sıçrıyor. Bu sefer balonun içinde üçümüz birbirimize giriyoruz. Sonra
bir küt sesiyle düşüyoruz. Balık teknenin güvertesine indi herhalde.
Devasa kocaağız çırpınıp kuyruğuyla denizcilere vuruyor. Denizcilerin
bağrıştıklarını duyuyorum.
Bir şapırtı geliyor,
sonra bir daha, bir daha. İnsanlar denize düşüyor olsa gerek. Hâlâ
kocaağzın boğazına takılıyken Kitap'ı açıyorum. Bandle Şehri'nin,
yuvamızın koyu yeşil renkleriyle pırıldayan bir geçit açılıyor.
Minik
yordle'ı dişlerimle gömleğinden tutup sayfaya dalıyorum. Geçit
genişliyor, döne döne ruhlar alemine giriyoruz. Birbirinin içine geçen
renkler içinde savruluyoruz, başımız dönüyor.
Öksüre
öksüre, sığ bir akarsuyun kıyısına çıkıyoruz. Ciğerlerim Bandle
Şehri'nin mis gibi havasıyla doluyor. Rüyamdaki kadar yoğun ve taze.
Balıklarla, yani normal boyda balıklarla dolu akarsu şırıl şırıl akarken
alacakaranlıkta safir mavisi cırcırböcekleri ötüyor.
Kitap,
sayfalarını silkeleyerek kurulanıyor. Mavi kürklü yordle sırılsıklam
olmuş, titreyerek doğruluyor. “Ne oldu demin? Nasıl... kaçtık?” diye
soruyor. “Bilgewater'a açılan en yakın geçit limanda değil miydi?”
“Ne
şanslıyız ki Kitap geçitlerimizi gittiğimiz her yere götürüyor,”
diyorum. Kitap kendi etrafında dönerek kurutulmuş ağaçtan sayfalarını
gösteriyor. Hepsine mürekkep ve boyayla büyülü birer boyut kapısı
çizilmiş.
“Her neyse, ikinize de beni
kurtardığınız için teşekkür ederim,” diyor yordle. Merakla Kitap'a
bakıyor. “Siz de buralı mısınız?”
“Evet ama artık burada yaşamıyoruz,” diyorum. Sahibimi düşünerek üzüntüyle Kitap'a bakıyorum.
Kitap'ın sayfaları dalgalanıyor. Artık gitme vaktinin geldiğini düşünüyor, biliyorum.
Yordle'a, “Buradan evine nasıl gideceğini biliyor musun?” diye soruyorum.
“Evet,
evet, çanakköstebeklerini geçince tepenin hemen üstünde. Bu çayırları
iyi bilirim. Umarım sen de yordle'ını bulursun,” dedikten sonra
uzaklaşıyor.
Bir an duraklayıp şafak alacasının gün
doğumuna dönüşmesini seyrediyorum. Ufukta bir anlığına bir ay güvesi
görüyorum. Üstüne atılmayı çok istiyorum ama aklıma Norra'nın hâlâ
bilinmedik bir yerlerde kayıp olduğu, hatta belki şu anda bizim onu
kurtarmamızı beklediği geliyor.
Kitap'ı, patimle ona olabildiğince hafif dokunarak okşuyorum. Norra'yı o da özlüyor, biliyorum.
Sonra yeni bir sayfa açıp içine atlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder