Yasuo Hikayesi

Yasuo Hikayesi
Yasuo Hikayesi


'Şampiyon Yasuo'

Günahkâr Kılıç


Yasuo

Özellikler;

Can:523 (+87 seviye başına)

Saldırı Gücü:60 (+3.2 seviye başına)

Saldırı Hızı:NaN (+2.5% seviye başına)

Hareket Hızı: 345

Can Yenileme:6.5 (+0.9 seviye başına)

Zırh:30 (+3.4 seviye başına)

Büyü Direnci:30 (+1.25 seviye başına)




Yetenekleri

Avarenin Yolu

Yasuo'nun Kritik Vuruş İhtimali iki katına çıkar. Ek olarak, Yasuo hareket ederken, bir yandan da kalkan oluşturur. Bir şampiyondan ya da canavardan hasar aldığında, kalkan devreye girer.

Çelik Fırtına

Bedel: Bedelsiz
Menzil: 475
İleri fırlayarak bir hat üstündeki tüm rakiplere hasar verir.

İsabet halinde, birkaç saniyeliğine bir Yaklaşan Kasırga yükü verir. 2 yük biriktiğinde, Çelik Fırtına'nın yolladığı hortum havaya savurur.

Çelik Fırtına normal saldırı muamelesi görür ve normal saldırıları güçlendiren her şeyle birlikte güçlenir.
İleri fırlayarak 20/45/70/95/120 (+100% Saldırı Gücü) Fiziksel Hasar verir.İsabet halinde 6 saniyeliğine bir Yaklaşan Kasırga yükü verir. 2 yük biriktiğinde, Çelik Fırtına'nın yolladığı hortum havaya savurur.
Çelik Fırtına normal saldırı muamelesi görür: Kritik vuruş yapabilir, isabet etkilerini uygular, kitle kontrolüyle yarıda kesilebilir; ayrıca bekleme ve kullanım süresi saldırı hızı ile azalır.Atılırken gerçekleştirilirse, Çelik Fırtına daire şeklinde vurur.

Rüzgâr Duvarı

Bedel: Bedelsiz
Menzil: 400
Oluşturduğu hareketli duvar, 4 saniyeliğine rakiplerden gelen tüm atışları engeller.
Oluşturduğu hareketli duvar, 4 saniyeliğine rakiplerden gelen tüm atışları engeller.

Atılgan Kılıç

Bedel: Bedelsiz
Menzil: 475
İleri atılarak hedef rakibin içinden geçer ve ona büyü hasarı verir. Yeteneğin her kullanımı, bir sonraki atılışın taban hasarını belli bir miktara kadar arttırır.

Aynı rakip üstünde birkaç saniye boyunca yeniden kullanılamaz.

Eğer Çelik Fırtına atılma sırasında kullanılırsa daire biçiminde bir alana isabet eder.
İleri atılarak hedef rakibin içinden geçer ve ona 60/70/80/90/100 (+60% Yetenek Gücü) (+20% ek Saldırı Gücü) Büyü Hasarı verir. Yeteneğin her kullanımı, bir sonraki atılışın taban hasarını %25 arttırır (en fazla +%50).Aynı rakip üstünde 10/9/8/7/6 saniye boyunca yeniden kullanılamaz.Eğer Çelik Fırtına atılma sırasında kullanılırsa daire biçiminde bir alana isabet eder.

Son Nefes

Bedel: Bedelsiz
Menzil: 1400
Havadaki bir rakip şampiyonun yanında belirerek ona fiziksel hasar verir ve bölgede bulunan tüm havadaki rakipleri havada tutar. Azami Akış verir ama Yaklaşan Kasırga'nın tüm yüklerini sıfırlar.

Bunun ardından, Yasuo'nun kritik vuruşları ortalama bir süre boyunca önemli miktarda ilave zırh delme elde eder.
Havadaki bir rakip şampiyonun yanında belirerek ona {{ damage }} Fiziksel Hasar verir ve bölgede bulunan tüm havadaki rakipleri {{ rknockupduration }} saniye daha havada tutar. Azami Akış verir ama Yaklaşan Kasırga'nın tüm yüklerini sıfırlar.Yasuo'nun kritik vuruşları {{ rbuffduration }} saniyeliğine, %{{ rpercentarmorpen }} İlave Zırh Delme elde eder. Bu özellik eşyalardan, güçlendirmelerden ve rünlerden kazanılan zırh miktarını etkiler.


Yasuo Sloganı

“Ölüm de rüzgâr gibi, hep yanıbaşımda.”

Yasuo Rolü

Dövüşçü

Yasuo Bölgesi

IONIA

Şampiyon Yasuo Öyküsü

Saban demirinin keskin ucu toprağın sert üst katmanını yarıyor, kışın karnını açıp ilkbahar göğüne gösteriyordu. Riven, öküzün çektiği sabanın peşinden küçük tarlada ilerliyordu. Aletin birbirinden iyice ayrık saplarıyla ağzında beceriksizce yuvarladığı yabancı sözcükleri dengelemeye uğraşıyordu.
“Emai. Fair. Svasa. Anar.”
Her adımında hava, yeni uyanmış verimli toprağın kokusuyla doluyordu. Riven yürürken ahşap sapları sıkıca tutuyordu. Son birkaç gündür, bu kaba saplar elindeki yok olmuş nasırları ve unuttuğunu sandığı hatıraları uyandırmıştı.
Riven dudağını ısırıp başını sallayarak düşüncelerini dağıttı, elindeki işe devam etti. “Anne. Baba. Abla. Ağabey.”
Sıskalıktan kaburgaları görünen öküz sabanı çekerken kulağını oynattı. Saban bıçağı etrafa toprak parçaları ve taşlar yayıyordu. Riven'a çarpıyorlardı ama onun umurunda bile değildi. Üstünde kaba dokunmuş kumaştan bir gömlek vardı. Çamur lekeli kolları kalın kalın kıvrılmıştı. Altına aynı kumaşın toprak sarısına boyanmışından bir pantolon giymişti. Pantolonun kıvrılıp bastırılmış paçaları artık asıl sahibi olan adama herhalde çok kısa gelirdi; fakat Riven giydiğinde çamura batmış, sade ayakkabılarına değiyorlardı.
“Emai. Fair. Svasa. Anar.” Riven kelimeleri ezberlemek için mantrasını tekrarlamaya devam etti. “Erzai, oğlum. Dyeda...”
Adımlarını yavaşlatmadan, kaşına yapışmış terli bir saç tutamını gömleğinin yeniyle itti. Kolları kaslıydı; sabanı hâlâ tek elle kolayca idare edebiliyordu. Çiftliğin sahibi bir kırba suyla öğle yemeklerini getirmek için eve gitmişti. Yaşlı adamcağız Riven'a arazinin sınırındaki gölgeli ormanın eşiğinde durup bekleyebileceğini söylemişti ama o işini bitirmekte ısrar etmişti.
Islak ensesine bir meltem değip geçti. Riven çevresine bakındı. Noxus İmparatorluğu, Ionia'yı dize getirmeye çalışmıştı. Ionia eğilmeyince Noxus onu kırmaya uğraşmıştı. Riven sabanın arkasındaki kafa dinlendirici yürüyüşüne devam etti. İmparatorluğun tüm gücüne rağmen, bahar yine de gelmişti bu topraklara. Noxus'luların denize dökülmesinin üstünden bir yıl geçmişti. Yağmurun grisiyle çamurun bozu sonunda dağılıyor, yeşillikler uç veriyordu. Sanki havaya bile yeni başlangıçların cemresi düşmüştü. Umut. Riven iç çekti. Küt kesilmiş saçlarının uçları çenesine değdi.
Kararlılıkla ezberine dönerek “Dyeda. Kızım,” diye başladı. Ahşap sapları yine iki eliyle birden kavradı. “Emai. Fair.”
Ormanın gölgeleri arasından bir ses “Fa-ir'dir o,” dedi.
Riven aniden durdu. Sıska öküz deri koşumlarının bittiği yerde durunca, saban ellerinden kayıverdi. Saban demiri sert bir toprak topağına girmiş, keskin ucuna taş değince metalik bir tınlama çıkmıştı.
Ses yaşlı adamın sesi değildi.
Riven dudakları arasından ağır ağır nefes vererek soluğunu düzenlemeye çalıştı. Tek kişinin sesi gelmişti ama gizlenen başkaları da olabilirdi. Savunma duruşuna geçmesini buyuran yılların eğitimine karşı koydu. Onun yerine bedenini sakinleştirdi, karşısında duran sabana ve öküze döndü. Kendini fazla hafif hissediyordu. Sabanın ahşap saplarına sıkı sıkı tutundu. Yere bağlanmasını, yerde kalmasını sağlayacak bir ağırlık olmalıydı. Ama sağ kalçasına takılı ufak avcı bıçağının ağırlığını bile zar zor hissediyordu. Kısa, kıvrık ağızlı bıçak çiy elmalarını koparıp inatçı yaban otlarını kesmekten başka işe yaramazdı.
Fa-ir diye telaffuz edilir.”
Sesin sahibi, çiftlik topraklarının sık bir kehribar çamı sırasıyla buluştuğu yerde ortaya çıktı.
İlerlerken “Ortasında bir es var,” dedi. Koyu renk, yele gibi karmakarışık saçlarını yüzüne gelmesinler diye arkadan toplamıştı. Omuzlarına dokuma bir şal atmıştı. Riven şalın, adamın sol omzundaki metal omuzluğu da kalçasından sarkan kınsız kılıcı da tam olarak örtemediğini fark etti. Savaşçı olduğu belliydi ama bir ailenin ya da bölgenin hizmetinde değildi. Avarenin tekine benziyordu.
Tehlikeli, diye verdi kararını.
Adam yine “Fa-ir,” diye telaffuz etti.
Riven söyleyecek bir şey bulamadığından değil de söyleyeceklerinin taşıyacağı aksan yüzünden yanıt vermedi. Saban kendisiyle düzgün konuşan yabancı arasında kalacak şekilde aletin çevresinden dolaştı. Bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırıp sabanın demirini incelemeye, çarptığı taş çok ilgisini çekmiş gibi yapmaya başladı. Çayır otlarını kesip kili yaracak şekilde yapılmış olan saban demiri, bıçaktan daha çok işine yarardı. Yaşlı adamın demiri sabanın ahşap gövdesine nasıl taktığını daha o sabah seyretmişti, çıkarmayı da biliyordu.
Adam “Son köye geldiğimde seni görmemiştim ama buralarda da bayağıdır yoktum,” dedi. Sesinde yolda geçmiş uzun yılların kayıtsız sertliği vardı.
Riven aralarındaki sessizliği doldurmak için hiçbir şey söylemeyince, böceklerin hiç dinmeyen uğultusu daha da yükseldi.
Adam “Üstat Souma'nın ölümü vakasındaki yeni kanıtların sunulması için yargıçların çağrıldığını duydum,” diye devam etti.
Riven onu duymazdan gelerek sabırla bekleyen öküzü okşadı. Atların ve çiftlik hayvanlarının koşum takımlarını iyi tanıyan birinin tavırlarıyla parmaklarını deri kayışlarda gezdirdi. Öküzün kocaman, kara gözlerine konan bir sineği elini sallayarak kovaladı.
“Ama buralarda yeniysen, cinayeti belki de duymamışsındır.”
Riven “cinayet” kelimesini duyunca kafasını kaldırıp, aralarında masumca duran hayvanın üstünden yabancının gözlerine baktı. Adamın burun kemerinde enine bir yara izi vardı. Riven, bu izi bırakan kişinin hâlâ hayatta olup olmadığını merak etti. Yabancının bakışları sertti ama o sertliğin altında bir merak vardı. Riven, ince deri pabuçlarının tabanından yerin sarsıldığını hissetti. Gök gürültüsü gibi bir ses geliyordu ama gökyüzünde hiç bulut yoktu.
Adam gülümseyerek “Biri geliyor,” dedi.
Riven omzunun üstünden yaşlı adamın çiftlik evine doğru giden tepeye baktı. Silah kuşanmış altı tane atlı kısa yokuşu tırmanmış, bineklerini toprağı altüst edilmiş küçük tarlaya doğru ilerletiyorlardı.
Bir tanesi “Orada işte,” dedi. Aksanı çok belirgindi. Riven, öğrenmeye çabaladığı dilin inceliklerini ayırt edebilmekte zorlandı.
Bir diğeri gözlerini kısıp ağaçların arasındaki gölgelere bakarak “Ama yalnız değil galiba,” dedi.
Hızlı bir meltem Riven'la sabanın etrafına dolanıp ormanın gölgeleri arasına geri kaydı. Riven yabancının durduğu yere bakınca adamı göremedi. Atlılar yaklaştığı için, merak edecek vakti de kalmamıştı zaten.
Liderleri adamına gülerek “Belki de hayalettir,” dedi. “Öldürdüklerinden biri intikam almak için dönmüştür.”
Atlılar hayvanlarını mahmuzlayıp tırısa kaldırdılar. Riven'ın etrafında daireler çizerken daha o sabah açtığı düzgün tarhları eziyorlardı. Liderlerinin eyerinin arkasında, içinde katı bir şey durduğu belli olan bir bohça duruyordu. Atlar toynaklarıyla gevşek toprağı sıkıştırıp yeniden soğuk, sert kile dönüştürürken Riven'ın gözleri o atı takip ediyordu.
Saban demirine son kez göz attı. Atlılardan ikisinde arbalet vardı. Bir tanesine bile yaklaşamadan indirirlerdi onu. Parmakları potansiyel silaha dokunmak için kaşınıyordu ama zihni kımıldamaması için yalvarıyordu.
Kaslarındaki gerginlik arttı. Savaşmak için o kadar uzun süre eğitilmiş bir beden, barışa kolay kolay boyun eğmiyordu. Kanının kulaklarına hücum eden uğultusundan sağır olacak gibiydi. Öleceksin, diye kükrüyordu bu uğultu, ama onlar da ölecek.
Riven'ın eli saban demirine gitmeye başladı.
“Çekilin kızın başından!” Çiftçinin karısının haylaz inekleri çağırmaktan gürleşmiş sesi tarlada yankılandı. Riven'ın içindeki yıkıcı dürtüler söndü. “Asa, koş. Bir şey yap.”
Çiftçiyle karısı tepeye tırmanırlarken biniciler de atlarını durdurdular. Riven yanağının içini sertçe ısırdı. Keskin acı savaşma güdüsünü dizginleyip dengesini bulmasını sağladı. Ionia'lıların kanlarını kendi tarlalarına dökmeyecekti.
Atlıların lideri “Size işimiz bitene kadar evde kalın demiştim,” dedi.
Asa, yani yaşlı adam engebeli toprağa bata çıka ilerledi. Bohçaya işaret ederek “Kızın suçu yok. O şeyi ben bulup getirdim,” dedi. “Hesabını ben vereceğim.”
Adamların lideri “Konte Efendi. O-fa,” dedi. İnce dudakları, tepeden baktığını belli eden bir tebessümle genişledi. “Bu kadının ne olduğunu biliyorsun. Ne kadar çok suç işlediğini de. Bana kalsa buracıkta kellesini alırım.” Burnunu hoşnutsuzlukla kırıştırarak Riven'ı süzdü. “Söyleyeceğin bir şey varsa ne yazık ki duruşmada söyleyebilirsin.”
Adam konuşurken Riven'ın ayakları nemli toprağa batmıştı. O anlığına yerinden kımıldayabilecek gibi değildi. Battığı, derinlere çekildiği hissinin altında eziliyordu. Nabzı hızlanıp seğirir gibi atmaya başlamıştı. Kendini kurtarmaya uğraşırken sırtından soğuk terler akıyordu. Zihni bambaşka bir zamana, bambaşka bir tarlaya kaymıştı. Orada atlar hırıldayarak soluk veriyordu, toynakları kanla ıslanmış toprağı eziyordu.
Riven hatırladığı dehşete daha fazla gömülmeden gözlerini açtı. Derin bir nefes aldı. Bu toprağı kan değil, bahar yağmurları ıslattı, dedi kendi kendine. Gözlerimi açtığımda, etrafımda sadece yaşayanları göreceğim.
Gözlerini açtığında karşısında açık mezarlar değil, yeni sürülmüş bir tarla vardı. Atlıların lideri bineğinden inip ona yaklaştı. Elinde kelepçeler vardı. Ionia metalinin sarmalları, doğduğu yerde suçluları zincirlemek için kullanılan hiçbir şeyle kıyas kabul etmeyecek kadar güzeldi.
Adam zafer dolu, alçak bir sesle “Geçmişinden kaçamazsın Noxus'lu it,” dedi.
Riven bir saban demirine, bir ihtiyar çifte baktı. Yüzlerindeki çizgiler zaten acıyla doluydu. Onlara daha fazla acı çektirmemeliydi. Çektiremezdi. Riven onların birbirlerine yaslanmış, sarılarak birbirlerini destekleyen görüntüsünü aklına kazımaya çalıştı. Bir şeyin ellerinden alınacağını anlamadan önceki o kırılgan isyan anını yaşıyorlardı. Yaşlı adam yeniyle ıslak yanağını sildiğinde, Riven başını çevirmek zorunda kaldı.
Riven bileklerini atlıların liderine uzattı. Adamın kendini beğenmiş sırıtışını buz gibi bakışlarla karşılayarak çeliğin bileklerini hapsetmesine izin verdi.
Çiftçinin karısı “Sakın endişe etme dyeda,” diye seslendi. Riven, kadının sesindeki gergin umudu duyabiliyordu. Fazlaydı. Kadın fazla umutluydu. Riven onlardan gitgide uzaklaştırılırken bile, rüzgâr o gergin sözleri ve yeni sürülmüş toprağın kokusunu taşıyıp getiriyordu. “Dyeda,” diye fısıldıyordu, “Senin nasıl biri olduğunu anlatacağız onlara.”
Dyeda,” diye fısıldayarak karşılık verdi Riven. “Kızım.”

Kızın teslim olmasından sonraki iki gün boyunca, Shava Konte kocasının ezilmiş tarhları yavaş yavaş tamir edip tarlayı ekmesine yardım etmekten başka bir şey yapamadı. Bu iş kızın çabasıyla epey kolaylaşmıştı. Beri yandan, oğulları hâlâ hayatta olsa ne Asa'nın ne de kendisinin yapması gerekmeyecek bir işti.
Kasabaya giden uzun yolu ihtiyar bacaklarıyla ancak yürüyebileceklerini bilen çift, toplantı salonuna vaktinde yetişebilmek için mahkemenin yapılacağı günün soğuk sabahında şafak sökmeden evden çıkmıştı.
“Noxus'lu olduğunu biliyorlar.”
Shava “Çok düşünüyorsun,” deyip cıkcıkladı. Sesinin kocasını değil de tavukları yatıştırmaya daha uygun olduğunu fark ettiğinde, ona umutla gülümsedi.
Asa, karısının eğirdiği yünden örülmüş atkısının içine “Noxus'lu. Suçlu bulunması için bu kadarı yeter,” diye homurdandı.
Ömrünün çoğunu inatçı hayvanları salhaneye sokarak geçirmiş olan Shava birden durup kocasına baktı.
Parmağıyla adamın göğsünü dürte dürte “Onu bizim tanıdığımız gibi tanımıyorlar,” dedi. Bıkkınlığı elinin hareketinden anlaşılıyordu. “O yüzden kızın lehine tanıklık etmeye gidiyorsun, ihtiyar teke.”
Asa karısını tanıyor, ne kadar tartışsalar da fikrini değiştirmeyeceğini biliyordu. Yavaş yavaş başını sallayarak onaylamakla yetindi. Shava huysuz huysuz soluk verip yeniden yola döndü, kasabanın merkezine doğru ilerlemeye devam ettiler. Toplantı salonu dolmaya başlamıştı. Shava kalabalığı görünce, önlerde oturabilmek için koşa koşa toplantı salonunun sıkışık sıraları arasına girdi... ve girdiği gibi uyuyan bir adamın bacağına takıldı.
İhtiyar kadın kısık bir çığlıkla yüzükoyun yere kapaklanacakken, uyuyan adam hafifçe inledi. Eli şimşek hızıyla ileri uzandı, yaşlı kadın taş zemine çarpmadan kolunu çelik gibi sımsıkı tutarak durdurdu.
Yabancı saygıyla “Aman adımınıza dikkat edin O-ma,” dedi. Nefesinde içki kokusu vardı ama kelimeleri yaymadan, tane tane konuşuyordu. Kadıncağız doğrulur doğrulmaz elini çekti.
Yaşlı kadın gözlerini kısıp, bu beklenmedik kurtarıcıya tepeden tepeden baktı. Adam onun dikkatli bakışları altında omuzlarını ve yüzünü sarmalayan şalın gölgeleri arasına daha bir çekildi, iri burnunun üstündeki zar zor belli olan yara izi karanlıkta kayboldu.
“Gecenin kabahatlerinin yorgunluğunu toplantı salonunda atmak yakışık almaz delikanlı.” Shava kıyafetlerini düzeltti. Horgörüsü çenesinin duruşundan belliydi. “Bugün bir kadının yaşayıp yaşamayacağına karar verilecek. Kendi kabahatlerini de yargıçların önünde itiraf etmek zorunda kalmadan çek git buradan.”
“Shava.” Yaşlı adam karısına yetişmişti. Yanına gidip elini onun koluna koydu. “Bugün burada bir işe yarayacaksak, sinirlerine hâkim olman lazım. Kötü niyetle yapmadı. Bırak kendi haline.”
Başı örtülü yabancı af dilemek için iki parmağını nazikçe kaldırdı ama yüzünü açmadı. Sesinde hafif bir nükteyle “Meselenin can alıcı noktasına parmak basıyorsunuz O-ma,” dedi.
Shava haklı öfkesini narin bir hediye gibi taşıyarak yürüyüp gitti. Yaşlı adam yabancının yanından geçerken başını eğdi.
“Onu hemen kınama evladım. Masum bir canın, gerçekler ortaya çıkmadan suçlu bulunacağından korkuyor.”
Yaşlı adam yoluna devam ederken başı örtülü yabancı bir homurtuyla onayladı. “Bu konuda sizinle aynı fikirdeyiz O-fa.”
Yaşlı adam bu tuhaf, fısıltılı sözler üzerine arkasına baktı. Yabancının oturduğu yer boştu, geride sadece konuşmaya dalmış bir çiftin giysilerini hışırdatan bir meltem kalmıştı. Başı örtülü yabancı çoktan salonun öte ucundaki gölgelerin arasına çekilmişti.



Shava toplanmış kalabalığın en önünden bir yer seçti. Ahşap sıranın pürüzsüz kıvrımları rahat olmalıydı, ağaç dokuyucular bu sıraları vatandaşlık görevleri dengeli ve uyumlu tartışmalarla yerine getirilsin diye şekillendirmişti. Ama yaşlı kadın oturduğu yerde bir türlü rahat edemiyordu. Gıcırdayan bir tabureye yerleşmiş, çağrılmayı sabırla bekleyen kocasına gözünün ucuyla baktı. Asa'nın yanında bir mübaşir dikilmiş, bir kıymıkla dişlerini karıştırıyordu. Yaşlı kadın mübaşirin Riven'ı almaya gelen atlıların lideri Melker olduğunu fark etti. Ona kötü kötü baktı ama Melker'in ruhu bile duymadı. Odanın arka tarafındaki kapılara bakıyordu. Kapılar açılıp içeri koyu renk cüppeler giymiş üç kişi girince hemen toparlanıp ağzındaki kıymığı attı.
Yargıçlar kürsüdeki yerlerini aldılar. Yumuşacık cüppeleri arkalarına yayılırken durup kalabalık salona baktılar. Geniş salondaki gürültü azaldı, tek tük seslerin işitildiği bir sessizlik halini aldı. Yargıçlardan biri; uzun boylu, zayıf, şahin gagası burunlu bir kadın ciddiyetle ayağa kalktı.
“Bu mahkeme, Üstat Souma'nın ölümü vakasındaki yeni tanıklıkları dinlemek için toplanmıştır.”
Kalabalığın ortasından, yüzlerce çekirgenin kanat uğultusu gibi bir mırıltı yükselmeye başladı. Bazıları yargıcın bahsettiği yeni kanıtı duymuştu ama çoğu, aralarında yaşayan bir Noxus'lu olduğu söylentisi üstüne gelmişti. Fakat söylentiler, hepsinin bildiği tek şeyi değiştirmiyordu: Üstat Souma'nın ölümünün gizemli bir tarafı yoktu. Meditasyon yaptığı salonu kasıp kavurmuş olan büyü, yani rüzgâr tekniği her şeyi kanıtlıyordu. Böyle bir hareketi Souma dışında tek bir kişi becermiş olabilirdi.
Tam iyileşmemiş bir yara yeniden açıldı. Kalabalığın ortak zihni bir anlığına aynı acıda birleşti. Üstat ölmeseydi, diye bağırdılar birbirlerine, köy savaşta bu kadar çok zayiat vermezdi. Cinayetten kısa bir süre sonra, bir Noxus birliğinin yarısı Navori yolunda ilerleyen pek çok kişiyi öldürmüştü. Noxus'lularla gerçekleşen çatışmada pek çok kişi kızını ya da oğlunu yitirmişti. Bu çatışmanın verdiği acı, Souma'nın ölümüyle katmerlenmişti. Daha da kötüsü, suçlunun köyden biri olmasıydı.
Uğultu belirgin bir sese dönüştü.
Shava'nın çatlamış dudaklarından “Üstat Souma'yı kimin öldürdüğünü zaten biliyoruz,” cümlesi çıktı. “O hain Yasuo'nun marifetiydi.”
Herkes baş salladı, kalabalığın uğultusu sert onaylarla dalgalandı.
“Üstat Souma'nın rüzgâr tekniklerini kim biliyordu? Yasuo!” diye ekledi Shava. “Üstelik o affedilmez kardeşinin peşine düştüğünden beri Yone'den de haber alamadık. O korkak muhtemelen onun da başına gelenlerden sorumludur.”
Kalabalık yine öfkeyle diş gıcırdatmaya başladı. Bu sefer Yasuo'nun kanını istiyorlardı. Shava cinayet suçlamasını yine doğru kişiye yöneltmiş olmanın tatminiyle sıraya biraz daha rahatça yerleşti.
Şahin burunlu yargıç, en sert ağaç yumrularını bile çözüp düzleştirebilmesiyle ünlü, köklü bir ağaç dokuyucu soyundan geliyordu. Aşınmış kestane odunundan kusursuz yuvarlaklıkta bir küreyi alıp, kehribar karası yuvasına sertçe indirdi. Ani ve yüksek ses kalabalığı susturdu, salona yeniden düzen hâkim oldu.
Yargıç “Bu mahkemede, Üstat Souma'nın ölümü hakkındaki gerçeklerin öğrenilip aydınlatılmasına çalışılacaktır,” dedi. “Aydınlanmanın önünde mi durmak istiyorsunuz Bayan...?”
Yaşlı kadın kocasına baktı, yanaklarının ısınmaya başladığını hissetti. “Konte. Shava Konte,” dedi eskisine göre çok daha çekingen bir tavırla. Başını eğdi. Taburede oturan yaşlı adam ona bakarken, kelleşmekte olan kafasındaki terleri sildi.
“Söylemiş olduğum üzere, yeni kanıtları dinlemeye geldik.” Şahin yargıç başka inatçı düğüm var mı diye kalabalığı süzdükten sonra mübaşir Melker'e başıyla işaret etti. “İçeri getirin lütfen.”

Yargıçlar girdikten sonra gökteki bulutlar aralanmıştı. Salonun gerisindeki kapılar yeniden açıldığında, Riven içi köy halkıyla dolu olan salonun kör edici bir günışığı huzmesiyle yarılmasını seyretti. Salonun eşiğinden içeri adım atması, içindeki durağan havayı tutulan nefesin verilmesi gibi hareketlendirdi.
Kapılar arkasından kapandı. İki savaşçı rahip onu kalabalığı ikiye bölen geniş koridordan geçirdi. Sonra toplantı salonu yine tavanın tepelerindeki kıvrımlı pencerelerin ve yüksek tavana asılı fenerlerin biraz aydınlattığı bulanık loşluğa gömüldü. Shava Konte'nin yanından geçerken, kadıncağızın zorlukla yutkunduğunu gördü.
Kendisini salondakilerin gözünden görebiliyordu. Beyaz saçları taş hücresindeki samanların üstünde uyuduğu rahatsız uykudan keçeleşmiş bir kadın. Bir yabancı. Bir düşman. Noxus'un bir evladı.
Bitkinlik kemiklerine, giysilerini hâlâ lekeleyen tarla çamurunun kumaşa işlediği gibi işlemişti. Ruhu bile kaskatı ve yamru yumruydu ama bakışları taburede oturan yaşlı adama takıldığında biraz daha dik oturdu.
Karşısındaki kürsüye oturmuş olan üç yargıcı inceledi. Ortadaki ciddi yargıç Riven'ın kelepçeli halde ayakta durmamasını, oturmasını işaret etti.
Riven büyüyle şekillendirilmiş ahşaptan sandalyeye oturmayı reddetti. Mübaşirin, yaşlı çiftin tarlasına gelen binicilerin lideri olduğunu gördü. Adamın ince dudaklarında aynı kibirli gülümseme vardı.
“Keyfin bilir, sana zor olur.”
Sandalyeye memnun bir tavırla kendisi yerleşti. Ortadaki yargıç mübaşire azarlayıcı bir bakış attıktan sonra Riven'a hitap etti.
“Buralı olmadığını biliyorum. Buranın lehçesi çapraşıktır. Birbirimizi daha iyi anlamamız için ortak dilde konuşacağım.”
Çoğu Noxus'lu gibi Riven da emir ve komut vermeye yetecek kadar Ionia ortak dili biliyordu ama ülke topraklarının kendisi gibi her köyün de sakinlerinden gelen özgün bir aksanı vardı. Yargıcı başıyla onaylayıp bekledi.
“Adın nedir?”
“Riven,” dedi Riven. Sesi çatlıyor, boğazından hırıltıyla çıkıyordu.
“Su getirin.”
Mübaşir kalkıp bir matara su aldı, Riven'a uzattı. Riven mataraya baktı ama almadı.
Yanda oturan yargıçlardan biri masaya eğilerek “İçinde sadece su var çocuğum,” dedi. “Seni zehirleyeceğimizden falan mı korkuyorsun?”
Riven başını iki yana sallayarak teklifi reddetti. Daha fazla yardım almadan konuşmaya kararlı şekilde boğazını temizledi. Mübaşir matarayı ağzına dayayıp koca bir yudum aldı, su ağzının kenarından sızdı. Riven görsün diye dişlerini göstere göstere, zaferle sırıttı.
Yargıç araya girip Riven'ın dikkatini yeniden cüppeli üç siluete ve salona toplanmış olan kalabalığa çekerek “Bu konseyin karşısına çıkarılma nedenin,” dedi, “İfadeni dinlemek istememiz.”
“Hüküm giymeyecek miyim?”
Yargıç şaşkınlık belirtisini son anda engelledi.
“Senin geldiğin yerde adalet nasıl işliyor bilmem ama biz burada, adaletin her şeyden önce anlayış ve aydınlanmayla tecelli edebileceğine inanırız.” Küçük bir çocukla konuşurmuş gibi konuşuyordu. “Bu topluluk için son derece önemli olan bir olay hakkında bilgin olduğunu düşünüyoruz. Bu bilgi bir suç işlediğini ortaya koyarsa, bu suça göre hüküm giyip cezalandırılırsın.”
Riven önce yargıca, sonra Asa'ya, sonra tekrar yargıca baktı. Noxus'ta adalet genellikle dövüşerek sağlanırdı. İnsan şanslıysa, karar hızla ve silahın keskin ucuyla verilirdi. Riven yargıca temkinli bir bakış attı. “Ne öğrenmek istiyorsunuz?”
Yargıç arkasına yaslandı. “Nerelisin Riven?”
“Hiçbir yerli değilim.”
Riven yargıcın gözlerinin kısıldığını görünce, kafa tutuyormuş gibi anlaşıldığını fark etti. Şahin burunlu yargıç, vereceği cevabı yumuşatmak için duraksadı. “Bir yerde doğmuş olmalısın.”
“Trevale'de bir çiftlikte doğdum.” Riven yaşlı adama baktı. “Noxus'ta,” diye itiraf etti.
Mahkûmu duymak işin sessizliğe gömülmüş olan salon, bu cevap üstüne topluca bir nefes aldı.
“Anlıyorum,” diye devam etti yargıç “Ama artık orayı yurdun olarak görmüyorsun.”
“Yurdunuz sizi öldürmeye çalışırsa, yurdunuz olarak kalabilir mi?”
“Sürgündesin o zaman.”
“Sürgün olmak, oraya dönmek istediğim anlamına gelir.”
“İstemiyor musun?”
“Noxus artık eskisi gibi değil.” Riven'ın sesine sabırsızlık karışmaya başlamıştı. “Bu soruları geçebilir miyiz?”
Yargıç Riven'ın asabını bileklerindeki kelepçelerden daha çok bozan bir sükûnetle “Öyle olsun,” dedi. “Noxus filosuyla geldin değil mi?”
“Öyledir herhalde.”
“Nasıl geldiğini bilmiyor musun?” Yargıcın kafası karışmış gibiydi.
“Hatırlamıyorum,” dedi Riven. Kalabalığa baktı, gözünün ucuyla Shava'nın bakışlarını yakaladı. Yaşlı kadın da benzer bir soru sormuştu. Riven başını iki yana salladı. “Ne önemi var ki? Savaş oldu. Bir sürü insan öldü. Bu kadarını biliyorum.”
Riven'ın sözleri, toplanmış kalabalığın içini yakan közlenmiş savaş anılarını alevlendirdi. Hepsi bir anda ayağa kalkmaya çalışırken birbirlerine omuz atıp itiştiler, bağrıştılar.
Biri aniden “Noxus'lu pislik! Oğlum senin yüzünden öldü!” diye haykırdı.
Küflenmiş bir yumurta meyvesi havada uçup Riven'ın boynuna çarptı. Meyvenin mayalanmış suyuyla posası gömleğinin içine ıslak ıslak aktı. Havayı çürük kokusu kapladı ama Riven bu ölüm rayihasının onu uzun zaman önce yaşadığı o anlara döndürmesine izin vermedi. Gözlerini kapayıp, aralık dudakları arasından soluk alıp verdi.
Bunu gören kalabalık çileden çıktı. Riven dışarıdan, bu insanların başına gelenler hakkında hiçbir şey hissetmiyormuş gibi göründüğünün farkındaydı. Kendi kendine “Lütfen,” diye fısıldadı ama durmalarını mı rica ediyordu, yoksa zorlukla kontrol edebildikleri öfkelerinin tamamını ondan çıkarmalarını mı teşvik ediyordu emin değildi.
Yanıt olarak, mevsimi geçmeye başlamış bir sürü yumurta meyvesi taş zeminde patladı. Biri dizinin arkasına isabet etti. Tökezledi, bağlı elleriyle dengesini kurmakta zorlanıyordu.
Yargıç tüm heybetiyle ayağa kalktı. Oturan köy halkının ve Riven'ın tepesinden bakıyordu. Kestane ağacından küreyi yuvasına dan diye vururken yargıç cüppesi havada dalgalandı. Kalabalığın altındaki ahşap sıralar, yargıcın iradesine tepki vererek gerildiler, gacırdayıp esnediler.
“Salonda sessizlik istiyorum!”
Azarlanan köylüler sustu.
Yargıç kendine biraz daha hâkim olarak “Evet Riven, konsey o dönemi hatırlıyor,” dedi. “Pek çok Ionia'lı... ve Noxus'lu... hayatını kaybetti. Peki ya sen?”
Bu soru Riven'ın da aklından bir türlü çıkmıyordu. Bir sürü insan ölürken kendisi neden kurtulmuştu? Tatmin edici bir cevap bulamıyordu. “Görünüşe göre bana bir şey olmamış,” dedi alçak sesle.
“Öyle.” Yargıç soğuk soğuk gülümsedi.
Riven, yas içindeki kalabalığı yatıştırmak için söyleyebileceği pek bir şey olmadığının farkındaydı. Onlara gerçeği borçluydu ama gerçeği kendisi bile bilmiyordu. O döneme ait hatıraları paramparçaydı. Başını eğdi.
“Hatırlamıyorum,” dedi.
Yargıç sorgulamaya ara vermedi. Riven biliyordu ki yargıç susar susmaz odada için için kaynamakta olan öfke birden taşacaktı.
“Ne zamandır bu ülkedesin?”
“Hatırlamıyorum.”
“Bu köye nasıl geldin?”
“Hatırlamıyorum.”
“Daha önce buraya gelmiş miydin?”
“Hatır...” Riven tereddüt etti ama net bir cevap vermesini sağlayacak anı yakalayamadı. “Hatırlayamıyorum.”
“Üstat Souma'yla tanıştın mı?”
Bu isim Riven'ın içinde bir şeyler uyandırdı. Bir hatıranın hem keskin hem bulanık anısı zihninden kayıp gitti. Bir zamanlar geçmişinin durduğu boşluğa öfke doldu. İhanete uğramıştı. İhanet etmişti.
Riven bıkkınlıkla “Hatırlayamıyorum!” diye bağırdı. Bileklerindeki kelepçeler şangırdadı.
Yargıç yumuşayarak “Savaş pek çok şeyi kırıp bozar,” dedi. “Bazılarını gözle göremeyiz.”
Riven bu sözlerle aydınlanınca biraz yatıştı. Eskisinden daha sakin bir tavırla “Hatırlayamıyorum,” dedi.
Yargıç başını salladı. “Senin hatırlayamadıklarını hatırlayıp anlatacak başka birileri olabilir.”

Riven yaşlı adamın, jürilerin önüne konmuş bir tanık sandalyesine doğru yavaş yavaş yürüyüşünü seyretti. Kaşlarındaki asi telleri düzeltmeye çalışırken elleri titriyordu.
Yargıç “Asa Konte,” dedi, “O-fa, bugün bilginizi bizimle paylaşacağınız için teşekkür ederiz.”
Yaşlı adam başıyla onay verdi.
“Riven adlı bu kadını tanıyor musunuz?” diye sordu yargıç.
“Evet,” dedi yaşlı adam. “Bize geçtiğimiz yağmurlu mevsimin başında geldi.”
“Size mi?”
“Eşim Shava'yla bana.”
Yargıç hâlâ salonun önlerindeki bir sırada rahatsız rahatsız kımıldanmakta olan Bayan Konte'ye baktı. Eliyle Riven'ı işaret etti.
“O mu sizin evinize geldi?”
Yaşlı adamcağız “Şey, aslında onu tarlamızda buldum,” dedi süklüm püklüm. “Gece danalardan biri kaçmış. Şafak vakti onu aramaya çıktım. Dana yerine onu buldum.”
Kalabalıktan şaşkınlık ve endişe mırıltıları yükseldi.
“Casus!”
“Başkaları da gelir kesin!”
“Kendimizi korumalıyız!”
Yargıç uyarırcasına elini önündeki küreye koydu. Oda sessizleşti. “Ne istiyordu, Bay Konte?”
Yaşlı adam kaşlarını yine düzeltip Riven'a bir bakış attı. Gözleri özür diler gibiydi.
“Ölmek istiyordu sayın yargıç,” dedi alçak bir sesle.
Yargıç öne eğildi.
“Yağmurlu mevsimin başıydı,” diye devam etti Asa. “İliklerine kadar ıslanmış, çamura batıp çıkmıştı. Bir deri, bir kemik, bir de o kemiklerin üstündeki inatçı Noxus kaslarından ibaretti.”
“Noxus'lu olduğunu biliyor muydunuz?”
“Yanında silahı vardı. Kılıç. Kınına ana diliyle bir şeyler işlenmişti. Hiçbir Ionia'lı öyle bir silah taşımazdı.”
Yargıç dudaklarını büzdü. “Bay Konte, işgal sırasında ağır kayıp verdiniz mi?”
“Verdik, sayın yargıç,” dedi yaşlı adam. Karısına baktı. “İki oğlumuzu kaybettik.”
“Kadına ne yaptınız?”
Yaşlı adam derin bir nefes aldı.
“Onu eve, Shava'nın yanına götürdüm,” dedi.
Salonda yine yükselen mırıltılar, yaşlı adamın bunca acımasız bir düşmana merhamet göstermiş olmasını sorguladı. Her bir yüzde bir kayıp hikâyesi vardı. Köyde savaştan zarar görmeyen kimse kalmamıştı. Yaşlı adam başını kaldırdı. Kalabalığa dönüp, kalplerindeki sertliğe karşı durdu.
“Gökyüzü oğullarımın... evlatlarımın kemiklerini çoktan temizledi. Kaybettiklerimiz, üzüntümüzden kendimizi onların yanına gömmemizi isterler miydi?”
Riven, yaşlı adamla karısının birbirlerine anlamlı anlamlı baktıklarını gördü. Shava'nın gözleri irileşip nemlenmişti.
“Onları kaybetmeye hazır değildik ama...” Yaşlı adamın sesi titredi. “Ama yaşam devam ederken, kendimizi geçmişe hapsetmenin kimseye faydası yok.”
Shava alt dudağını ısırıp, yaptıkları seçimi kınayabilecek kişilere meydan okurcasına oturduğu yerde dikleşti. Asa kalabalığın bakışlarına arkasını döndü. Tabure altında gıcırdadı. Yargıca baktı.
“Evden o kadar çok ölü çıktı ki bir kişi daha eklemeyi yüreğim kaldırmadı,” diye açıkladı. “Kızı yıkayıp pakladık ve elimizdekileri ona barış içinde sunduk.”
Yargıç hislerini belli etmeden başını salladı. Riven yargıcın üstündeki giysileri inceleyişini, kıvrık yenleri ve paçaları zihninde açışını seyretti. Aklından neler geçtiğini biliyordu. Yaşlı kadın giysileri getirdiğinden beri kendisi de aynı şeyleri defalarca düşünmüştü. Giysiler ondan bir kafa uzun, genç bir adam için dikilmişti. Belki Shava'nınki gibi bir gülümsemesi, belki Asa'nınki gibi iyilikle bakan gözleri vardı.
Riven'a sürekli kendi zayıflığını hatırlatıyorlardı. Yıllar boyunca Noxus'un gücüyle yaşanıp ölündüğünü gördüğü halde onların sunduğu kırılgan barış umudunu kabul etmiş, bu umudu ve kendi ailesi olmuş olabilecek bir aileyi giyinmişti.
“Gücünü toplayınca tarlalarda çalışmak istedi,” diye devam etti yaşlı adam. “Karım da ben de yaşlıyız. Yardımı çok makbule geçti.”
“Karınız ya da siz canınızdan endişe etmediniz mi?”
“Kız Noxus'un lafını bile duymak istemiyor. Noxus'tan nefret ediyor.”
“Bunu size kendisi mi söyledi?”
“Hayır,” dedi yaşlı adam. “Geçmişi hakkında hiçbir şey söylemedi. Shava bir keresinde sormuştu, cevap bile vermedi. Ona acı verdiğini görünce bir daha da sormadık.”
“Hiçbir şey söylemediyse, memleketi hakkındaki duygularını nasıl anladınız?”
Asa Konte ihtiyar gözlerini sildi. Riven yaşlı adamın yüzünden, sanki bu sözleri aktarmaya hakkı yokmuş gibi bir sıkıntı geçmesini seyretti. Yaşlı adam çevresindeki seyircilerin aniden farkına vararak çabuk çabuk konuştu.
“Ateşi varken rüyalarında sayıkladı, sayın yargıç.” “Bize geldiği geceydi. Ona ait olan, çok önemsediği bir şey kırılmıştı. Bunun için Noxus'a isyan ediyordu.”
“Bahsettiği bu nesneyi biliyor musunuz?”
“Sanırım biliyorum, sayın yargıç.” Yaşlı adam başını yavaş yavaş salladı. “Kılıcının kabzasındaki topuz, kınına bağlanmıştı. Dört gün önce bağları çözdüğünü gördüm. Kılıcın bıçak kısmı kırılmıştı.”
Riven o gün kendisini sadece ahırda fare tutan şişman kedinin seyrettiğini sanmıştı.
Noxus silahlarının kalitesine ilişkin alaycı yorumlar kalabalığın arasında yılan gibi kıvrıldı.
“Peki bu bilgi üzerine ne yaptınız Bay Konte?”
“Kılıcı tapınağa götürdüm.”
Yargıç başını yana eğerek yırtıcı kuş burnunun ucundan yaşlı adama baktı. “Ne için?”
“Rahipler tamir edebilir diye umuyordum. Kılıç tekrar bir araya gelirse, geçmişin onu kovalayan hayaletleri de belki azalır diye düşünüyordum.” Yaşlı adam, arkasında ayaklanan kalabalığa karşın Riven'a ve ellerini bağlayan zincirlere bakmaya devam ediyordu. “Belki şimdiki hayatında biraz huzur bulur dedim.”
Yargıç kalabalığı soğuk bakışlarıyla susturarak “Bilgilerinizi konseyle paylaştığınız için teşekkür ederim Bay Konte,” dedi. “Başka sorumuz yok.”
Rulosu açılmış bir parşömene göz atıp mübaşire baktı.
“Silahı getirin.

Riven iki tapınak rahibinin üstüne uçuk mor bir kumaş serilmiş ahşap bir tepsiyi içeri getirip yargıç konseyinin önündeki masaya dikkatle bırakmasını seyretti. Rütbesi ahşap omuzluklarıyla göğüs zırhının kakmalı kenarlarından belli olan bir savaşçı rahip öne çıktı.
“Göster,” dedi yargıç.
Savaşçı rahip uçuk mor kumaşı çekince, kendisi de kını da uzun bir kalkandan daha büyük olan bir silah ortaya çıktı. Kına Ur-Nox dilinin sert harfleriyle oymalar yapılmıştı. Harflerin dik açıları ve keskin çizgileri, Ionia'nın akıcı yazısıyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Ama yargıçların ilgisini kılıç çekmişti. O kadar kalın ve ağır bir silahtı ki değil karşılarında duran genç kadının ince bileklerini, kaldırmaya çalışacak bir tapınak rahibinin iyi çalıştırılmış kolunu bile kıracak gibi görünüyordu. Hatta Riven da silahı ilk gördüğünde aynı şeyi düşünmüştü.
Silahın kesici kısmı artık bütün halinde değildi, metal sanki devasa pençelerle öfkeli parçalara bölünmüştü. En büyük beş parça kendi başına bile ölümcül olurdu ama her ne kadar kırık ve darmadağın olsa da tamamının yumuşak Ionia kumaşı üstüne dizilmiş hali cidden dehşet vericiydi.
Yargıç Riven'a baktı. “Bu silah sana ait.”
Riven başıyla onayladı.
Yargıç kendi kendine “Bu kadar parçalanmış halde kullanılması zordur herhalde,” dedi.
Kalabalıktan alaycı gülüşler geldi.
Savaşçı rahip durduğu yerde huzursuzca kımıldandı. “Bu silah efsunlanmış, sayın yargıç. Noxus'lular kesici kısma büyü hapsetmişler.” Sesinde ağır bir iğrenti vardı.
Riven yargıcın rahibi dinleyip dinlemediğini anlamıyordu. Yargıç dalgın dalgın başını sallarken, bakışları silahın üstünde gezindi ve sonunda Riven'ın bulacağını bildiği, doldurmaya çok uğraşıp dolduramadığı boşluğu buldu. Yargıcın şahin burnu seğirdi.
“Bir parçası eksik.”

Mezarlık sessizliğine bürünmüş olan toplantı salonu kalabalığın uğultusuyla canlandı. Kargaşayı duyup gelen silahlı savaşçı rahipleri, üzerlerine çullanmış olan tehlikeli büyüden kaçmak isteyen köylüleri iterek kapılardan içeri daldılar.
Şahin burunlu yargıç ayağa kalkıp ahşap küresini masaya vurdu.
“Mahkeme salonunda denge sağlansın derhal,” diye emretti.
Oda bir kere daha sessizliğe gömüldü. Devrilen sıralar kaldırıldı. Kalabalık yerlerine yerleşti. Şala bürünmüş yabancı yaralı burnunu kaşıyıp, toplantı odasının duvarlarını karartan göğüs hizasındaki yeni yanık izini incelemek için ilerledi. Bir savaşçı rahip, büyülü silaha çekine çekine yaklaştı.
Kırılmış masa bacakları arasında kılıç ve kını duruyordu. Hâlâ kırık olan parçaların arasında yeşilimsi parlayan enerji akımları atlıyordu. Savaşçı rahip eğilip kabzanın topuzuna uzandı, kılıcı iki eliyle birden kaldırırken gerçek ağırlığını hissetti. Silah parçalanmış olmasına rağmen şeklini muhafaza ediyordu.
Kalabalığın arasından biri “Bırak o lanetli şeyi!” diye bağırdı. Rahip kılıcı kınına koydu, diğer rahipler onu alıp götürmeye geldiler.
Riven “Onu ben öldürdüm,” diye tekrarladı. Ses hem ona aitti hem değildi. Geçmiş onun ağzından konuşuyordu. Odadaki yüzlere baktı. Hafızası yerine gelince, geçmişinin karanlık bir köşesini yeniden hatırlamıştı.
“Riven,” dedi yargıç.
Riven'ın dikkati kılıçtan yargıca döndü.
“Neyi itiraf ettiğinin farkında mısın?” diye sordu yargıç.
Riven başıyla onayladı.
“Neden yaptın bunu?”
“Hatırlamıyorum.” Riven'ın tek söyleyebildiği bu sözcüklerdi. Elleri bağlı olduğu için gözlerinden sessizce akıttığı yaşları silemiyordu.
Yargıç dimdik ona bakarak daha fazla gerçeğin itiraf edilmesini bekledi ama devamı gelmediğinde mübaşire işaret etti.
“Riven, seninle konuşup barışmak isteyenlerin gelebilmesi için şafağa kadar bu salonda zincirli kalacaksın.”
Riven bileklerindeki kelepçelere baktı.
“Biz de yargıçlarla birlikte parşömenleri okuyup ihtiyarlar meclisine danışarak suçuna uygun bir ceza kararlaştıracağız.”
Köy halkı salonu sessizce boşalttı. Son çıkanlar ihtiyar çift oldu. Riven bunu, Shava'nın taşralı sesiyle ihtiyar adama bir şeyler fısıldaması sayesinde fark etmişti ama yaşlı kadıncağızın sesi o kadar duyguluydu ki ne dediğini anlamamıştı. Yaşlı ayaklarını sürüye sürüye kapıdan çıktıklarını duyunca, sonunda başını kaldırdı. Odada canlı kimse kalmamıştı. Yanında sadece geçmişinin hayaletleri vardı.

Gece yarısı havası soğuk ve berraktı. Karanlık gökte yükselen dolunayın çevresinde bir don halkası vardı. Salonun hâlâ açık olan kapılarından içeri ışık giriyordu ama Riven'ı salonun arka tarafında tutan gölgelere kadar ulaşmıyordu. Gelenlerden hiçbiri gün boyunca barışmak için içeri girmemişti. Savaşçı rahipler kılıcı götürmüşlerdi ama odanın çevresini dolaşan, üstüne sivri odun parçaları saplanmış yanık izi köy halkının içeri girmesine engel olmuştu. Bazıları açık kapıdan bakıp birkaç kere daha çürük yumurta meyvesi atmıştı ama nihayetinde Riven düşünceleriyle baş başa bırakılmıştı. Bir yerden sonra uyuyakalmıştı ama doğacak olan şafağın gördüğü son şafak olacağını bildiği için hafif, rahatsız bir uyku uyumuştu. Gün doğumundan önceki saatlerde gelen hışırtılı ayak seslerini duyar duymaz anında uyandı.
Gözlerini açtı.
“O-fa,” dedi. “Burada ne işin var?”
Yaşlı adam yavaş yavaş onun yanına diz çöktü. İçinde bir sürü el aletinin olduğu yumuşak bir kumaş parçasını yere yaydı. Riven aletleri tanımıştı. Yaşlı adamın uzun demiri sabana takmak için kullandığı aletlerdi bunlar.
“Ne yapıyor gibi bir halim var çocuğum?” Ay ışığının silueti yüzündeki kırışıkları daha da belirginleştiriyordu ama birlikte oturdukları gölgelerin kasveti onu Riven'ın düşündüğü şekilde etkilememişti.
“Ölmekte amma da inat ediyorsun,” diye azarladı onu. “Denge öyle bulunmaz.”
Riven'ın el ve ayak bileklerindeki kelepçelerle uğraşmaya başladı. Riven'ın zihni adamı itip eve göndermesini söylüyordu ama öyle yapmadı. Bencil kalbi izin vermiyordu. Hayatının son anlarında yanında oturacağı kişi bu yaşlı adamsa, Riven bu anın olabildiğince uzun devam etmesini istiyordu. Birkaç dakika böyle oturdu. Sonra salonun önündeki çakıllarda ayak sesleri duydu. Asa'ya baktı. Açtığı kelepçeleri çocuk oyuncağı gibi ona göstererek gülümsüyordu.
“O-fa. Çabuk ol. Saklan hemen. Biri geliyor.” Riven'ın sesi öyle aniden ve keskin bir şekilde sertleşmişti ki tartışmanın imkânı yoktu. Yaşlı adam gölgeler arasında beklemek için yavaş yavaş bir köşeye gitti. Riven önceden çalıştığı uyuma pozunda başını eğdi. Saçlarını yüzüne döktü ama gözlerini açık tutuyordu.
Ağaçların arasından kuvvetli bir rüzgâr esti, salonun büyük kapılarının direkleri etrafında dolandı. Eşikte duran bir adamın, ay ışığı huzmesiyle çerçevelenmiş dış hatları belli oluyordu.

Yabancı şalını yüzünden tamamen çekmişti. Şal şimdi omuzlarından gevşekçe sarkıyor, kılıcının ve metal omuzluğunun hatlarını gizlemiyordu. Diğerleri gibi o da girişte durdu. Diğerlerinin aksine o içeri girdi. Ayakları taş zeminde hiç ses çıkarmıyordu. Riven'dan bir kılıç boyu uzakta durdu.
Elini sırtına atıp, üstüne sert hatlı rünler kazınmış deri bir kına uzandı. Kını tangırtıyla Riven'ın ayaklarına attı.
“Hangisi daha ağır geliyor Riven?” diye sordu. “Kılıcın mı, geçmişin mi?”
Yabancının, Riven'ın uyumadığının farkında olduğu belliydi. Riven numara yapmayı bıraktı. Başını kaldırıp, adamın gri gölgelerden ibaret yüzüne baktı. Burnundaki yara izi yine de belli oluyordu.
“Sen kimsin?” diye sordu Riven.
“Bir başka kırık kılıç,” dedi adam. “Suçunu kabul etmeye hazırsın. Bunun için sana hayranlık duyuyorum.”
Riven, adamın yüzünden kısa bir süreliğine bir duygu belirip kaybolduğunu gördü.
“Kılıcının hikâyesi bu kadar değil,” diye devam etti adam. “Olanların doğrusunu öğrenmek istiyor musun?”
“Onu öldürdüm. Benim yüzümden öldü. Hepsi benim yüzümden öldüler,” diye karşılık verdi Riven. Daha fazla yasa katlanabileceğini sanmıyordu.
“Silahını al.”
Riven doğrulup oturdu. Adamın sesindeki pes öfke hırıltısını fark edebiliyordu.
“Kalk da geçmişinle yüzleş,” dedi adam. Sesi, tartışmaya olanak tanımıyordu.
Bir rüzgâr çıktı, salonun içinde kıvrılarak sıraları geri itti ve Riven'ı ayağa kaldırdı. İçgüdüleri ve kas hafızası, genç kadının koluna yön verdi. Riven yabancıya döndüğünde, kının içindeki kılıcı tutuyordu.
“Ondan bu kılıcı yok etmesini istedim,” dedi.
Adam “Öyle mi?” diye sordu, sesi alaycıydı.
Sorduğu iğneleyici soru, Riven'ın hatıralarından birine batmıştı. Yarı yarıya hatırladığı bir hayalle ürperdi. Üstat Souma'nın sesi ne kadar sakindi. Meditasyon odasındaki hava, tütsü kokusundan ve düşüncelerden ağırlaşmıştı. Üstat Souma ne Riven'ı ne de yükünü yargılamıştı.
Riven şimdi karşısında durmakta olan yabancıya bakarken kalbindeki elem artıyor, vücudunu doldurup ellerine ilerliyordu. Kabza topuzunu sıkıca tutarak rünlü kılıcı kınından çıkardı.
Adama “Neden geldin?” diye sordu.
Kırık kılıcın içinden güç akıyordu. Kör edici ışık, duvarlara gölgeler düşürüyordu.
“Ölmek istediğini duydum.” Yabancı gülümsedi.
Riven'a musallat olan hayaletler tüm güçleriyle geri dönmüşlerdi. Riven şimdi kılıcını bütün gücüyle onlara savuruyordu. Adamın kılıcı mutsuzluğu ve hiddeti savuşturuyordu. Bu Riven'ı öfkelendiriyor, onu içinde bulunduğu ana sabitliyordu. Birbirlerinin çevresinde dans ediyorlardı. Her darbelerinde ve engellemelerinde hava vınlayıp çıtırdıyordu.
“Ustamın katilini öldürmeye geldim.” Adam sıktığı dişleri arasından hızlı hızlı soluk alıyordu. “Seni öldürmeye geldim.”
Riven gözlerinde yaşlarla güldü. “Öldür o zaman.”
Rüzgâr savaşçısı kılıcını indirip, onun yerine çevrelerindeki havaya yön vermeye başladı. Büyü doruğuna ulaştığında, adam enerjiyi rünlü kılıca odakladı. Silahın içindeki Noxus büyüleri zangırdadı. Kılıcın kırık parçaları bir anlığına ayrıldı, en uçtaki kırık yerinden çıktı.
Enerji çökünce kırık yerinden fırlayıp Asa'nın durduğu gölgeli köşeye uçtu. Bu küçücük ölüm parçası, yaşlı adamın boğazına saplanmak üzereydi. Riven'ın burnuna anılarındaki tütsü kokusu geldi. Üstat Souma'nın meditasyon odasındaydı yine.
“Hayır!” diye bağırdı. Riven, daha önce de yaşanmış olan bu olayı önlemekten aciz halde kılıcını elinden bıraktı.
Şarapnel tam yaşlı adamın yıpranmış derisine değecekken, bir hava akımı onu olduğu yerde durdurdu. Burnu yara izli yabancı kendine zorlukla hâkim olarak iç çekti. Riven'ın kırık kılıcının ufak parçası, zararsızca yere düştü.
“Bu kadar ağır soluduğunuz için çok şanslısınız Bay Konte,” dedi yabancı. Soluk soluğaydı, kendi sözleri de ağzından hızlı hızlı dökülüyordu.
Riven yaşlı adama koşup ona sarıldı. Omzunun üstünden yabancıya baktı. Adam boş elinin tersiyle terini silerken, saçı hâlâ hafif bir rüzgârla dalgalanıyordu.
Gerçekten doğruyu söylüyormuşsun.” Yabancı onların yanına gidip kılıç parçasını eline aldı. Riven yabancının öfkesinin bir kısmının anlayışa dönüşmesini seyretti. “Üstat Souma'nın ölümüne neden olmuşsun ama onu sen öldürmemişsin.”
“Özür dilerim. Çok özür dilerim.” Riven arayıp durduğu anı bulmuştu. Yeniden yaşıyordu. Çabuk çabuk, boğuk bir sesle konuşuyordu. Yaşlı adama tutunurken titriyordu.
“Yanına gittim. Ona yalvardım...” Riven duygularını kontrol edemez hale geldikçe konuşmakta zorlanmaya başlamıştı. “Bana yardım etmesi için yalvardım. Bunu ortadan kaldırmasını istedim. Beni ortadan kaldırmasını istedim.”
“Üstat Souma kılıcını yok etmeye çalışmış,” dedi yüzü yara izli adam. Onun da sesi boğuklaştı. “Ama geçmişimizi yok edemeyiz, Riven.”
Riven bir daha canlanamayacak ama ölü de kalmayacak hatıralarla yüzleşmenin nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Artık bu yabancının da peşinde hayaletler olduğunu görebiliyordu. Adam derin derin iç çekerken, etrafında dönüp duran burgaçlar yatıştı.
“Üstat Souma'dan ben sorumluydum. O gece... orada olsam... onu koruyabilirdim. Senin niyetin onu öldürmek değildi.” Riven bunun nasıl bir şey olduğunu bilen bir savaşçının bakışlarıyla, adamın kendi suçlarının görünmez ağırlığını yeniden kendi omuzlarına yüklemesini seyretti. Adam onun gözlerinin içine baktı. “Neticede ölümü yine de benim suçum.”
“Yasuo?” Yaşlı adam yabancıya daha dikkatli bakıp, eklemleri çıkık parmağını ona doğru salladı. “Bunu dürüstçe kabul ederek çok onurlu bir şey yaptın.”
“Onurum beni terk edeli çok oldu O-fa.” Riven Yasuo'da umuda, affedilmeye karşı kendisinin de gösterdiği direnci gördü. Karmakarışık saçlı adam, ihtiyarın azarlaması karşısında başını iki yana salladı. “O zamandan beri hatalarım uç uca eklendi. Benim cezam da bu.”
İtirafı, çakılların gıcırtısıyla kesildi. Toplantı salonuna, şahin gagası burunlu bir kadın girdi. Kadın odada gezinerek bu iki kırık savaşçının arasındaki çatışmanın verdiği hasarı inceledi. Ayak seslerine bir metal şangırtısı eşlik ediyordu. Yargıç Riven'la yaşlı adamın yanından geçerken yavaşladı. Riven, kelepçelerinin anahtarının takılı olduğu deri halkayı fark etti. Yargıç yabancıyla yüz yüze gelince durdu.
İfadesiz bir sesle “Sorumluluğu üstlenmek, kefaretin ilk adımıdır Yasuo,” dedi.
“Peki ikincisi?” Yasuo'nun sesinde çaresizlik belirmişti.
Yargıçla bakışmaya devam etti. Oda durgunlaştı, nefesini tuttu.
Yargıcın alçak sesi, boş toplantı salonunda yükseliyordu. “Kendini affetmek.”
Riven diğer savaşçıya dikkatle bakıyordu. Adam, acısını dindirmesini sağlayacak sözcükleri söyleyemiyordu bir türdü. Riven uzun süre boyunca ölmek istemişti. Ama şimdi Yasuo'nun mücadelesine tanık olunca, yapabileceği en zor şeyin hayatta kalıp işlediği suçla yaşamak olduğunu anlıyordu. Yasuo şimdi ona bakıyordu. Kalıp geçmişiyle yüzleşecek miydi?
Sırtında rüzgârın ağırlığını taşıyan adam döndü, salondan çıkıp gecenin karanlığına karıştı. Riven yaşlı adamın yıpranmış ellerini sımsıkı tutuyordu.

Şafak vakti hava soğuktu ama bulut örtüsünün, ilerleyen saatlerde havanın ılık ve nemli olacağını gösterir bir hali vardı. Savaşçı rahip ve şahin burunlu yargıç Riven'ı almaya geldiklerinde, yargıç hâlâ yere düzgünce yığılmış halde duran kelepçeleri görüp ince kaşlarından birini kaldırmıştı. Riven kendi kendine ayağa kalkarak, geleceğiyle yüzleşmek için salondan çıktı.
Diğer yargıçlar, beklemekte olan köy halkını toplantı salonunun önündeki meydana topladı. Riven, içlerinden hiçbirinin kendisiyle veya rünlü kılıcıyla aynı odada durmak istemediğini farz ediyordu. Serin bir meltem, yargıcın saç örgülerini çekiştiriyordu.
“Kanıtları inceleyip ihtiyar heyetiyle görüştükten sonra, Noxus'lu kadının suçlarının cezasını çekmesine karar verdik,” diye söze girdi yargıç.
Doğduğu ülkenin adı geçince Riven'ın sırtındaki tüyler dikleşti. Shava'yla Asa'nın birbirlerine yaslanmasını seyretti.
“İdam cezasını infaz etmek kolaydır ama idam dünyanın dengesini sağlamaz,” diye devam etti baş yargıç. “Bir suçun toplumda yol açtığı hasarların tamir edilmesine faydası olmaz.”
Köy halkı ciddi ciddi baş sallayarak onayladı. Riven yüzlerine baktı ve eksik olanların çoğunun arasındaki benzerliği gördü: gençler annesiz ve babasız, yaşlılar evlatsızdı.
“Bu konsey bunun yerine daha uzun ve sert bir cezada karar kıldı,” dedi yargıç. “Sürgün Riven'a kırdıklarını tamir ettireceğiz.”
Yargıç şahin gagası burnunun ucundan Riven'a baktı.
“Ağır çalışma cezası çekecek,” diye duyurdu. “Bay ve Bayan Konte'nin tarlalarını sürerek başlayacak.”
Kalabalığa bir mırıltı yayıldı.
“Mahkeme ayrıca Riven'ın toplantı salonuna verdiği hasarları tamir etmesine ve Noxus istilası sırasında evleri hasar görüp ailesi yaralananlara yardımcı olmasına karar verdi.”
Yargıç beklenti içinde Riven'a baktı. “Bu karara uyarak yaşayacak mısın?”
Tüm gözler Riven'ın üzerindeydi. Boğazı yeni bir duyguyla tıkanmıştı. Çevresine baktı. Peşindeki hayaletler, bu cezanın açıklanmasıyla yok olup gitmemişti. Riven onların yaşayanların arasına rahatça karışmasını seyretti. Şaşırmıştı. Gördüklerini hoşnutlukla kabul etti. Kendisine verilen hediyeye layık olduğunu kanıtlayacaktı onlara.
“Evet.” Sesi o kadar boğuklaşmıştı ki kulağına yabancı geliyordu.
İhtiyar çift bunu duyunca koştu. Riven'ı sımsıkı kucakladılar. Riven onların arasında rahatladı, ona yaslandıkları gibi kendisi de onlara yaslandı.
Shava, Riven'ın kırpık saçlarına “Dyeda,” diye fısıldadı.
“Kızım,” diye cevap verdi Riven.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

© League of Legends Sampiyonlar (Karakter) Özellikleri | Powered by Blogger