![]() |
Yasuo Hikayesi |
'Şampiyon Yasuo'
Günahkâr Kılıç
Yasuo
Özellikler;
Can:523 (+87 seviye başına)
Saldırı Gücü:60 (+3.2 seviye başına)
Saldırı Hızı:NaN (+2.5% seviye başına)
Hareket Hızı: 345
Saldırı Gücü:60 (+3.2 seviye başına)
Saldırı Hızı:NaN (+2.5% seviye başına)
Hareket Hızı: 345
Can Yenileme:6.5 (+0.9 seviye başına)
Zırh:30 (+3.4 seviye başına)
Büyü Direnci:30 (+1.25 seviye başına)
Yetenekleri

Avarenin Yolu
Yasuo'nun
Kritik Vuruş İhtimali iki katına çıkar. Ek olarak, Yasuo hareket
ederken, bir yandan da kalkan oluşturur. Bir şampiyondan ya da
canavardan hasar aldığında, kalkan devreye girer.

Çelik Fırtına
Bedel: BedelsizMenzil: 475
İleri fırlayarak bir hat üstündeki tüm rakiplere hasar verir.
İsabet halinde, birkaç saniyeliğine bir Yaklaşan Kasırga yükü verir. 2 yük biriktiğinde, Çelik Fırtına'nın yolladığı hortum havaya savurur.
Çelik Fırtına normal saldırı muamelesi görür ve normal saldırıları güçlendiren her şeyle birlikte güçlenir.
İsabet halinde, birkaç saniyeliğine bir Yaklaşan Kasırga yükü verir. 2 yük biriktiğinde, Çelik Fırtına'nın yolladığı hortum havaya savurur.
Çelik Fırtına normal saldırı muamelesi görür ve normal saldırıları güçlendiren her şeyle birlikte güçlenir.
İleri
fırlayarak 20/45/70/95/120 (+100% Saldırı Gücü) Fiziksel Hasar
verir.İsabet halinde 6 saniyeliğine bir Yaklaşan Kasırga yükü verir. 2
yük biriktiğinde, Çelik Fırtına'nın yolladığı hortum havaya savurur.
Çelik Fırtına normal saldırı muamelesi görür: Kritik vuruş yapabilir, isabet etkilerini uygular, kitle kontrolüyle yarıda kesilebilir; ayrıca bekleme ve kullanım süresi saldırı hızı ile azalır.Atılırken gerçekleştirilirse, Çelik Fırtına daire şeklinde vurur.
Çelik Fırtına normal saldırı muamelesi görür: Kritik vuruş yapabilir, isabet etkilerini uygular, kitle kontrolüyle yarıda kesilebilir; ayrıca bekleme ve kullanım süresi saldırı hızı ile azalır.Atılırken gerçekleştirilirse, Çelik Fırtına daire şeklinde vurur.

Rüzgâr Duvarı
Bedel: BedelsizMenzil: 400
Oluşturduğu hareketli duvar, 4 saniyeliğine rakiplerden gelen tüm atışları engeller.
Oluşturduğu hareketli duvar, 4 saniyeliğine rakiplerden gelen tüm atışları engeller.

Atılgan Kılıç
Bedel: BedelsizMenzil: 475
İleri
atılarak hedef rakibin içinden geçer ve ona büyü hasarı verir.
Yeteneğin her kullanımı, bir sonraki atılışın taban hasarını belli bir
miktara kadar arttırır.
Aynı rakip üstünde birkaç saniye boyunca yeniden kullanılamaz.
Eğer Çelik Fırtına atılma sırasında kullanılırsa daire biçiminde bir alana isabet eder.
Aynı rakip üstünde birkaç saniye boyunca yeniden kullanılamaz.
Eğer Çelik Fırtına atılma sırasında kullanılırsa daire biçiminde bir alana isabet eder.
İleri
atılarak hedef rakibin içinden geçer ve ona 60/70/80/90/100 (+60%
Yetenek Gücü) (+20% ek Saldırı Gücü) Büyü Hasarı verir. Yeteneğin her
kullanımı, bir sonraki atılışın taban hasarını %25 arttırır (en fazla
+%50).Aynı rakip üstünde 10/9/8/7/6 saniye boyunca yeniden kullanılamaz.Eğer Çelik Fırtına atılma sırasında kullanılırsa daire biçiminde bir alana isabet eder.

Son Nefes
Bedel: BedelsizMenzil: 1400
Havadaki bir rakip şampiyonun yanında belirerek ona fiziksel hasar verir ve bölgede bulunan tüm havadaki rakipleri havada tutar. Azami Akış verir ama Yaklaşan Kasırga'nın tüm yüklerini sıfırlar.
Bunun ardından, Yasuo'nun kritik vuruşları ortalama bir süre boyunca önemli miktarda ilave zırh delme elde eder.
Bunun ardından, Yasuo'nun kritik vuruşları ortalama bir süre boyunca önemli miktarda ilave zırh delme elde eder.
Havadaki
bir rakip şampiyonun yanında belirerek ona {{ damage }} Fiziksel Hasar
verir ve bölgede bulunan tüm havadaki rakipleri {{ rknockupduration }}
saniye daha havada tutar. Azami Akış verir ama Yaklaşan Kasırga'nın tüm
yüklerini sıfırlar.Yasuo'nun kritik vuruşları {{ rbuffduration }}
saniyeliğine, %{{ rpercentarmorpen }} İlave Zırh Delme elde eder. Bu
özellik eşyalardan, güçlendirmelerden ve rünlerden kazanılan zırh
miktarını etkiler.
Yasuo Sloganı
“Ölüm de rüzgâr gibi, hep yanıbaşımda.”
Yasuo Rolü
Dövüşçü
Yasuo Bölgesi
IONIA
Şampiyon Yasuo Öyküsü
Saban demirinin keskin ucu toprağın sert üst katmanını
yarıyor, kışın karnını açıp ilkbahar göğüne gösteriyordu. Riven, öküzün
çektiği sabanın peşinden küçük tarlada ilerliyordu. Aletin birbirinden
iyice ayrık saplarıyla ağzında beceriksizce yuvarladığı yabancı
sözcükleri dengelemeye uğraşıyordu.
“Emai. Fair. Svasa. Anar.”
Her
adımında hava, yeni uyanmış verimli toprağın kokusuyla doluyordu. Riven
yürürken ahşap sapları sıkıca tutuyordu. Son birkaç gündür, bu kaba
saplar elindeki yok olmuş nasırları ve unuttuğunu sandığı hatıraları
uyandırmıştı.
Riven dudağını ısırıp başını sallayarak düşüncelerini dağıttı, elindeki işe devam etti. “Anne. Baba. Abla. Ağabey.”
Sıskalıktan
kaburgaları görünen öküz sabanı çekerken kulağını oynattı. Saban bıçağı
etrafa toprak parçaları ve taşlar yayıyordu. Riven'a çarpıyorlardı ama
onun umurunda bile değildi. Üstünde kaba dokunmuş kumaştan bir gömlek
vardı. Çamur lekeli kolları kalın kalın kıvrılmıştı. Altına aynı kumaşın
toprak sarısına boyanmışından bir pantolon giymişti. Pantolonun
kıvrılıp bastırılmış paçaları artık asıl sahibi olan adama herhalde çok
kısa gelirdi; fakat Riven giydiğinde çamura batmış, sade ayakkabılarına
değiyorlardı.
“Emai. Fair. Svasa. Anar.” Riven kelimeleri ezberlemek için mantrasını tekrarlamaya devam etti. “Erzai, oğlum. Dyeda...”
Adımlarını
yavaşlatmadan, kaşına yapışmış terli bir saç tutamını gömleğinin
yeniyle itti. Kolları kaslıydı; sabanı hâlâ tek elle kolayca idare
edebiliyordu. Çiftliğin sahibi bir kırba suyla öğle yemeklerini getirmek
için eve gitmişti. Yaşlı adamcağız Riven'a arazinin sınırındaki gölgeli
ormanın eşiğinde durup bekleyebileceğini söylemişti ama o işini
bitirmekte ısrar etmişti.
Islak ensesine bir
meltem değip geçti. Riven çevresine bakındı. Noxus İmparatorluğu,
Ionia'yı dize getirmeye çalışmıştı. Ionia eğilmeyince Noxus onu kırmaya
uğraşmıştı. Riven sabanın arkasındaki kafa dinlendirici yürüyüşüne devam
etti. İmparatorluğun tüm gücüne rağmen, bahar yine de gelmişti bu
topraklara. Noxus'luların denize dökülmesinin üstünden bir yıl geçmişti.
Yağmurun grisiyle çamurun bozu sonunda dağılıyor, yeşillikler uç
veriyordu. Sanki havaya bile yeni başlangıçların cemresi düşmüştü. Umut. Riven iç çekti. Küt kesilmiş saçlarının uçları çenesine değdi.
Kararlılıkla ezberine dönerek “Dyeda. Kızım,” diye başladı. Ahşap sapları yine iki eliyle birden kavradı. “Emai. Fair.”
Ormanın gölgeleri arasından bir ses “Fa-ir'dir o,” dedi.
Riven
aniden durdu. Sıska öküz deri koşumlarının bittiği yerde durunca, saban
ellerinden kayıverdi. Saban demiri sert bir toprak topağına girmiş,
keskin ucuna taş değince metalik bir tınlama çıkmıştı.
Ses yaşlı adamın sesi değildi.
Riven
dudakları arasından ağır ağır nefes vererek soluğunu düzenlemeye
çalıştı. Tek kişinin sesi gelmişti ama gizlenen başkaları da olabilirdi.
Savunma duruşuna geçmesini buyuran yılların eğitimine karşı koydu. Onun
yerine bedenini sakinleştirdi, karşısında duran sabana ve öküze döndü.
Kendini fazla hafif hissediyordu. Sabanın ahşap saplarına sıkı sıkı
tutundu. Yere bağlanmasını, yerde kalmasını sağlayacak bir ağırlık
olmalıydı. Ama sağ kalçasına takılı ufak avcı bıçağının ağırlığını bile
zar zor hissediyordu. Kısa, kıvrık ağızlı bıçak çiy elmalarını koparıp
inatçı yaban otlarını kesmekten başka işe yaramazdı.
“Fa-ir diye telaffuz edilir.”
Sesin sahibi, çiftlik topraklarının sık bir kehribar çamı sırasıyla buluştuğu yerde ortaya çıktı.
İlerlerken
“Ortasında bir es var,” dedi. Koyu renk, yele gibi karmakarışık
saçlarını yüzüne gelmesinler diye arkadan toplamıştı. Omuzlarına dokuma
bir şal atmıştı. Riven şalın, adamın sol omzundaki metal omuzluğu da
kalçasından sarkan kınsız kılıcı da tam olarak örtemediğini fark etti.
Savaşçı olduğu belliydi ama bir ailenin ya da bölgenin hizmetinde
değildi. Avarenin tekine benziyordu.
Tehlikeli, diye verdi kararını.
Adam yine “Fa-ir,” diye telaffuz etti.
Riven
söyleyecek bir şey bulamadığından değil de söyleyeceklerinin taşıyacağı
aksan yüzünden yanıt vermedi. Saban kendisiyle düzgün konuşan yabancı
arasında kalacak şekilde aletin çevresinden dolaştı. Bir tutam saçı
kulağının arkasına sıkıştırıp sabanın demirini incelemeye, çarptığı taş
çok ilgisini çekmiş gibi yapmaya başladı. Çayır otlarını kesip kili
yaracak şekilde yapılmış olan saban demiri, bıçaktan daha çok işine
yarardı. Yaşlı adamın demiri sabanın ahşap gövdesine nasıl taktığını
daha o sabah seyretmişti, çıkarmayı da biliyordu.
Adam
“Son köye geldiğimde seni görmemiştim ama buralarda da bayağıdır
yoktum,” dedi. Sesinde yolda geçmiş uzun yılların kayıtsız sertliği
vardı.
Riven aralarındaki sessizliği doldurmak için hiçbir şey söylemeyince, böceklerin hiç dinmeyen uğultusu daha da yükseldi.
Adam “Üstat Souma'nın ölümü vakasındaki yeni kanıtların sunulması için yargıçların çağrıldığını duydum,” diye devam etti.
Riven
onu duymazdan gelerek sabırla bekleyen öküzü okşadı. Atların ve çiftlik
hayvanlarının koşum takımlarını iyi tanıyan birinin tavırlarıyla
parmaklarını deri kayışlarda gezdirdi. Öküzün kocaman, kara gözlerine
konan bir sineği elini sallayarak kovaladı.
“Ama buralarda yeniysen, cinayeti belki de duymamışsındır.”
Riven
“cinayet” kelimesini duyunca kafasını kaldırıp, aralarında masumca
duran hayvanın üstünden yabancının gözlerine baktı. Adamın burun
kemerinde enine bir yara izi vardı. Riven, bu izi bırakan kişinin hâlâ
hayatta olup olmadığını merak etti. Yabancının bakışları sertti ama o
sertliğin altında bir merak vardı. Riven, ince deri pabuçlarının
tabanından yerin sarsıldığını hissetti. Gök gürültüsü gibi bir ses
geliyordu ama gökyüzünde hiç bulut yoktu.
Adam gülümseyerek “Biri geliyor,” dedi.
Riven
omzunun üstünden yaşlı adamın çiftlik evine doğru giden tepeye baktı.
Silah kuşanmış altı tane atlı kısa yokuşu tırmanmış, bineklerini toprağı
altüst edilmiş küçük tarlaya doğru ilerletiyorlardı.
Bir
tanesi “Orada işte,” dedi. Aksanı çok belirgindi. Riven, öğrenmeye
çabaladığı dilin inceliklerini ayırt edebilmekte zorlandı.
Bir diğeri gözlerini kısıp ağaçların arasındaki gölgelere bakarak “Ama yalnız değil galiba,” dedi.
Hızlı
bir meltem Riven'la sabanın etrafına dolanıp ormanın gölgeleri arasına
geri kaydı. Riven yabancının durduğu yere bakınca adamı göremedi.
Atlılar yaklaştığı için, merak edecek vakti de kalmamıştı zaten.
Liderleri adamına gülerek “Belki de hayalettir,” dedi. “Öldürdüklerinden biri intikam almak için dönmüştür.”
Atlılar
hayvanlarını mahmuzlayıp tırısa kaldırdılar. Riven'ın etrafında
daireler çizerken daha o sabah açtığı düzgün tarhları eziyorlardı.
Liderlerinin eyerinin arkasında, içinde katı bir şey durduğu belli olan
bir bohça duruyordu. Atlar toynaklarıyla gevşek toprağı sıkıştırıp
yeniden soğuk, sert kile dönüştürürken Riven'ın gözleri o atı takip
ediyordu.
Saban demirine son kez göz attı.
Atlılardan ikisinde arbalet vardı. Bir tanesine bile yaklaşamadan
indirirlerdi onu. Parmakları potansiyel silaha dokunmak için kaşınıyordu
ama zihni kımıldamaması için yalvarıyordu.
Kaslarındaki
gerginlik arttı. Savaşmak için o kadar uzun süre eğitilmiş bir beden,
barışa kolay kolay boyun eğmiyordu. Kanının kulaklarına hücum eden
uğultusundan sağır olacak gibiydi. Öleceksin, diye kükrüyordu bu uğultu, ama onlar da ölecek.
Riven'ın eli saban demirine gitmeye başladı.
“Çekilin
kızın başından!” Çiftçinin karısının haylaz inekleri çağırmaktan
gürleşmiş sesi tarlada yankılandı. Riven'ın içindeki yıkıcı dürtüler
söndü. “Asa, koş. Bir şey yap.”
Çiftçiyle karısı
tepeye tırmanırlarken biniciler de atlarını durdurdular. Riven yanağının
içini sertçe ısırdı. Keskin acı savaşma güdüsünü dizginleyip dengesini
bulmasını sağladı. Ionia'lıların kanlarını kendi tarlalarına
dökmeyecekti.
Atlıların lideri “Size işimiz bitene kadar evde kalın demiştim,” dedi.
Asa,
yani yaşlı adam engebeli toprağa bata çıka ilerledi. Bohçaya işaret
ederek “Kızın suçu yok. O şeyi ben bulup getirdim,” dedi. “Hesabını ben
vereceğim.”
Adamların lideri “Konte Efendi. O-fa,” dedi. İnce dudakları, tepeden baktığını belli eden bir tebessümle genişledi. “Bu kadının ne olduğunu biliyorsun. Ne kadar çok
suç işlediğini de. Bana kalsa buracıkta kellesini alırım.” Burnunu
hoşnutsuzlukla kırıştırarak Riven'ı süzdü. “Söyleyeceğin bir şey varsa
ne yazık ki duruşmada söyleyebilirsin.”
Adam
konuşurken Riven'ın ayakları nemli toprağa batmıştı. O anlığına yerinden
kımıldayabilecek gibi değildi. Battığı, derinlere çekildiği hissinin
altında eziliyordu. Nabzı hızlanıp seğirir gibi atmaya başlamıştı.
Kendini kurtarmaya uğraşırken sırtından soğuk terler akıyordu. Zihni
bambaşka bir zamana, bambaşka bir tarlaya kaymıştı. Orada atlar
hırıldayarak soluk veriyordu, toynakları kanla ıslanmış toprağı
eziyordu.
Riven hatırladığı dehşete daha fazla gömülmeden gözlerini açtı. Derin bir nefes aldı. Bu toprağı kan değil, bahar yağmurları ıslattı, dedi kendi kendine. Gözlerimi açtığımda, etrafımda sadece yaşayanları göreceğim.
Gözlerini
açtığında karşısında açık mezarlar değil, yeni sürülmüş bir tarla
vardı. Atlıların lideri bineğinden inip ona yaklaştı. Elinde kelepçeler
vardı. Ionia metalinin sarmalları, doğduğu yerde suçluları zincirlemek
için kullanılan hiçbir şeyle kıyas kabul etmeyecek kadar güzeldi.
Adam zafer dolu, alçak bir sesle “Geçmişinden kaçamazsın Noxus'lu it,” dedi.
Riven
bir saban demirine, bir ihtiyar çifte baktı. Yüzlerindeki çizgiler
zaten acıyla doluydu. Onlara daha fazla acı çektirmemeliydi.
Çektiremezdi. Riven onların birbirlerine yaslanmış, sarılarak
birbirlerini destekleyen görüntüsünü aklına kazımaya çalıştı. Bir şeyin
ellerinden alınacağını anlamadan önceki o kırılgan isyan anını
yaşıyorlardı. Yaşlı adam yeniyle ıslak yanağını sildiğinde, Riven başını
çevirmek zorunda kaldı.
Riven bileklerini
atlıların liderine uzattı. Adamın kendini beğenmiş sırıtışını buz gibi
bakışlarla karşılayarak çeliğin bileklerini hapsetmesine izin verdi.
Çiftçinin karısı “Sakın endişe etme dyeda,”
diye seslendi. Riven, kadının sesindeki gergin umudu duyabiliyordu.
Fazlaydı. Kadın fazla umutluydu. Riven onlardan gitgide
uzaklaştırılırken bile, rüzgâr o gergin sözleri ve yeni sürülmüş
toprağın kokusunu taşıyıp getiriyordu. “Dyeda,” diye fısıldıyordu, “Senin nasıl biri olduğunu anlatacağız onlara.”
“Dyeda,” diye fısıldayarak karşılık verdi Riven. “Kızım.”
Kızın
teslim olmasından sonraki iki gün boyunca, Shava Konte kocasının
ezilmiş tarhları yavaş yavaş tamir edip tarlayı ekmesine yardım etmekten
başka bir şey yapamadı. Bu iş kızın çabasıyla epey kolaylaşmıştı. Beri
yandan, oğulları hâlâ hayatta olsa ne Asa'nın ne de kendisinin yapması
gerekmeyecek bir işti.
Kasabaya giden uzun yolu
ihtiyar bacaklarıyla ancak yürüyebileceklerini bilen çift, toplantı
salonuna vaktinde yetişebilmek için mahkemenin yapılacağı günün soğuk
sabahında şafak sökmeden evden çıkmıştı.
“Noxus'lu olduğunu biliyorlar.”
Shava
“Çok düşünüyorsun,” deyip cıkcıkladı. Sesinin kocasını değil de
tavukları yatıştırmaya daha uygun olduğunu fark ettiğinde, ona umutla
gülümsedi.
Asa, karısının eğirdiği yünden örülmüş atkısının içine “Noxus'lu. Suçlu bulunması için bu kadarı yeter,” diye homurdandı.
Ömrünün çoğunu inatçı hayvanları salhaneye sokarak geçirmiş olan Shava birden durup kocasına baktı.
Parmağıyla
adamın göğsünü dürte dürte “Onu bizim tanıdığımız gibi tanımıyorlar,”
dedi. Bıkkınlığı elinin hareketinden anlaşılıyordu. “O yüzden kızın
lehine tanıklık etmeye gidiyorsun, ihtiyar teke.”
Asa
karısını tanıyor, ne kadar tartışsalar da fikrini değiştirmeyeceğini
biliyordu. Yavaş yavaş başını sallayarak onaylamakla yetindi. Shava
huysuz huysuz soluk verip yeniden yola döndü, kasabanın merkezine doğru
ilerlemeye devam ettiler. Toplantı salonu dolmaya başlamıştı. Shava
kalabalığı görünce, önlerde oturabilmek için koşa koşa toplantı
salonunun sıkışık sıraları arasına girdi... ve girdiği gibi uyuyan bir
adamın bacağına takıldı.
İhtiyar kadın kısık bir
çığlıkla yüzükoyun yere kapaklanacakken, uyuyan adam hafifçe inledi. Eli
şimşek hızıyla ileri uzandı, yaşlı kadın taş zemine çarpmadan kolunu
çelik gibi sımsıkı tutarak durdurdu.
Yabancı
saygıyla “Aman adımınıza dikkat edin O-ma,” dedi. Nefesinde içki kokusu
vardı ama kelimeleri yaymadan, tane tane konuşuyordu. Kadıncağız
doğrulur doğrulmaz elini çekti.
Yaşlı kadın
gözlerini kısıp, bu beklenmedik kurtarıcıya tepeden tepeden baktı. Adam
onun dikkatli bakışları altında omuzlarını ve yüzünü sarmalayan şalın
gölgeleri arasına daha bir çekildi, iri burnunun üstündeki zar zor belli
olan yara izi karanlıkta kayboldu.
“Gecenin
kabahatlerinin yorgunluğunu toplantı salonunda atmak yakışık almaz
delikanlı.” Shava kıyafetlerini düzeltti. Horgörüsü çenesinin duruşundan
belliydi. “Bugün bir kadının yaşayıp yaşamayacağına karar verilecek.
Kendi kabahatlerini de yargıçların önünde itiraf etmek zorunda kalmadan
çek git buradan.”
“Shava.” Yaşlı adam karısına
yetişmişti. Yanına gidip elini onun koluna koydu. “Bugün burada bir işe
yarayacaksak, sinirlerine hâkim olman lazım. Kötü niyetle yapmadı. Bırak
kendi haline.”
Başı örtülü yabancı af dilemek için
iki parmağını nazikçe kaldırdı ama yüzünü açmadı. Sesinde hafif bir
nükteyle “Meselenin can alıcı noktasına parmak basıyorsunuz O-ma,” dedi.
Shava haklı öfkesini narin bir hediye gibi taşıyarak yürüyüp gitti. Yaşlı adam yabancının yanından geçerken başını eğdi.
“Onu hemen kınama evladım. Masum bir canın, gerçekler ortaya çıkmadan suçlu bulunacağından korkuyor.”
Yaşlı adam yoluna devam ederken başı örtülü yabancı bir homurtuyla onayladı. “Bu konuda sizinle aynı fikirdeyiz O-fa.”
Yaşlı
adam bu tuhaf, fısıltılı sözler üzerine arkasına baktı. Yabancının
oturduğu yer boştu, geride sadece konuşmaya dalmış bir çiftin
giysilerini hışırdatan bir meltem kalmıştı. Başı örtülü yabancı çoktan
salonun öte ucundaki gölgelerin arasına çekilmişti.
Shava toplanmış kalabalığın en önünden bir yer seçti. Ahşap sıranın pürüzsüz kıvrımları rahat olmalıydı, ağaç dokuyucular bu sıraları vatandaşlık görevleri dengeli ve uyumlu tartışmalarla yerine getirilsin diye şekillendirmişti. Ama yaşlı kadın oturduğu yerde bir türlü rahat edemiyordu. Gıcırdayan bir tabureye yerleşmiş, çağrılmayı sabırla bekleyen kocasına gözünün ucuyla baktı. Asa'nın yanında bir mübaşir dikilmiş, bir kıymıkla dişlerini karıştırıyordu. Yaşlı kadın mübaşirin Riven'ı almaya gelen atlıların lideri Melker olduğunu fark etti. Ona kötü kötü baktı ama Melker'in ruhu bile duymadı. Odanın arka tarafındaki kapılara bakıyordu. Kapılar açılıp içeri koyu renk cüppeler giymiş üç kişi girince hemen toparlanıp ağzındaki kıymığı attı.
Yargıçlar
kürsüdeki yerlerini aldılar. Yumuşacık cüppeleri arkalarına yayılırken
durup kalabalık salona baktılar. Geniş salondaki gürültü azaldı, tek tük
seslerin işitildiği bir sessizlik halini aldı. Yargıçlardan biri; uzun
boylu, zayıf, şahin gagası burunlu bir kadın ciddiyetle ayağa kalktı.
“Bu mahkeme, Üstat Souma'nın ölümü vakasındaki yeni tanıklıkları dinlemek için toplanmıştır.”
“Bu mahkeme, Üstat Souma'nın ölümü vakasındaki yeni tanıklıkları dinlemek için toplanmıştır.”
Kalabalığın
ortasından, yüzlerce çekirgenin kanat uğultusu gibi bir mırıltı
yükselmeye başladı. Bazıları yargıcın bahsettiği yeni kanıtı duymuştu
ama çoğu, aralarında yaşayan bir Noxus'lu olduğu söylentisi üstüne
gelmişti. Fakat söylentiler, hepsinin bildiği tek şeyi değiştirmiyordu:
Üstat Souma'nın ölümünün gizemli bir tarafı yoktu. Meditasyon yaptığı
salonu kasıp kavurmuş olan büyü, yani rüzgâr tekniği her şeyi
kanıtlıyordu. Böyle bir hareketi Souma dışında tek bir kişi becermiş
olabilirdi.
Tam iyileşmemiş bir yara yeniden
açıldı. Kalabalığın ortak zihni bir anlığına aynı acıda birleşti. Üstat
ölmeseydi, diye bağırdılar birbirlerine, köy savaşta bu kadar çok zayiat
vermezdi. Cinayetten kısa bir süre sonra, bir Noxus birliğinin yarısı
Navori yolunda ilerleyen pek çok kişiyi öldürmüştü. Noxus'lularla
gerçekleşen çatışmada pek çok kişi kızını ya da oğlunu yitirmişti. Bu
çatışmanın verdiği acı, Souma'nın ölümüyle katmerlenmişti. Daha da
kötüsü, suçlunun köyden biri olmasıydı.
Uğultu belirgin bir sese dönüştü.
Shava'nın
çatlamış dudaklarından “Üstat Souma'yı kimin öldürdüğünü zaten
biliyoruz,” cümlesi çıktı. “O hain Yasuo'nun marifetiydi.”
Herkes baş salladı, kalabalığın uğultusu sert onaylarla dalgalandı.
“Üstat
Souma'nın rüzgâr tekniklerini kim biliyordu? Yasuo!” diye ekledi Shava.
“Üstelik o affedilmez kardeşinin peşine düştüğünden beri Yone'den de
haber alamadık. O korkak muhtemelen onun da başına gelenlerden
sorumludur.”
Kalabalık yine öfkeyle diş
gıcırdatmaya başladı. Bu sefer Yasuo'nun kanını istiyorlardı. Shava
cinayet suçlamasını yine doğru kişiye yöneltmiş olmanın tatminiyle
sıraya biraz daha rahatça yerleşti.
Şahin burunlu
yargıç, en sert ağaç yumrularını bile çözüp düzleştirebilmesiyle ünlü,
köklü bir ağaç dokuyucu soyundan geliyordu. Aşınmış kestane odunundan
kusursuz yuvarlaklıkta bir küreyi alıp, kehribar karası yuvasına sertçe
indirdi. Ani ve yüksek ses kalabalığı susturdu, salona yeniden düzen
hâkim oldu.
Yargıç “Bu mahkemede, Üstat Souma'nın ölümü hakkındaki gerçeklerin öğrenilip aydınlatılmasına çalışılacaktır,” dedi. “Aydınlanmanın önünde mi durmak istiyorsunuz Bayan...?”
Yaşlı
kadın kocasına baktı, yanaklarının ısınmaya başladığını hissetti.
“Konte. Shava Konte,” dedi eskisine göre çok daha çekingen bir tavırla.
Başını eğdi. Taburede oturan yaşlı adam ona bakarken, kelleşmekte olan
kafasındaki terleri sildi.
“Söylemiş olduğum üzere,
yeni kanıtları dinlemeye geldik.” Şahin yargıç başka inatçı düğüm var
mı diye kalabalığı süzdükten sonra mübaşir Melker'e başıyla işaret etti.
“İçeri getirin lütfen.”
Yargıçlar girdikten sonra gökteki bulutlar
aralanmıştı. Salonun gerisindeki kapılar yeniden açıldığında, Riven içi
köy halkıyla dolu olan salonun kör edici bir günışığı huzmesiyle
yarılmasını seyretti. Salonun eşiğinden içeri adım atması, içindeki
durağan havayı tutulan nefesin verilmesi gibi hareketlendirdi.
Kapılar
arkasından kapandı. İki savaşçı rahip onu kalabalığı ikiye bölen geniş
koridordan geçirdi. Sonra toplantı salonu yine tavanın tepelerindeki
kıvrımlı pencerelerin ve yüksek tavana asılı fenerlerin biraz
aydınlattığı bulanık loşluğa gömüldü. Shava Konte'nin yanından geçerken,
kadıncağızın zorlukla yutkunduğunu gördü.
Kendisini
salondakilerin gözünden görebiliyordu. Beyaz saçları taş hücresindeki
samanların üstünde uyuduğu rahatsız uykudan keçeleşmiş bir kadın. Bir
yabancı. Bir düşman. Noxus'un bir evladı.
Bitkinlik
kemiklerine, giysilerini hâlâ lekeleyen tarla çamurunun kumaşa işlediği
gibi işlemişti. Ruhu bile kaskatı ve yamru yumruydu ama bakışları
taburede oturan yaşlı adama takıldığında biraz daha dik oturdu.
Karşısındaki
kürsüye oturmuş olan üç yargıcı inceledi. Ortadaki ciddi yargıç
Riven'ın kelepçeli halde ayakta durmamasını, oturmasını işaret etti.
Riven
büyüyle şekillendirilmiş ahşaptan sandalyeye oturmayı reddetti.
Mübaşirin, yaşlı çiftin tarlasına gelen binicilerin lideri olduğunu
gördü. Adamın ince dudaklarında aynı kibirli gülümseme vardı.
“Keyfin bilir, sana zor olur.”
Sandalyeye memnun bir tavırla kendisi yerleşti. Ortadaki yargıç mübaşire azarlayıcı bir bakış attıktan sonra Riven'a hitap etti.
“Buralı olmadığını biliyorum. Buranın lehçesi çapraşıktır. Birbirimizi daha iyi anlamamız için ortak dilde konuşacağım.”
Çoğu
Noxus'lu gibi Riven da emir ve komut vermeye yetecek kadar Ionia ortak
dili biliyordu ama ülke topraklarının kendisi gibi her köyün de
sakinlerinden gelen özgün bir aksanı vardı. Yargıcı başıyla onaylayıp
bekledi.
“Adın nedir?”
“Riven,” dedi Riven. Sesi çatlıyor, boğazından hırıltıyla çıkıyordu.
“Su getirin.”
Mübaşir kalkıp bir matara su aldı, Riven'a uzattı. Riven mataraya baktı ama almadı.
Yanda
oturan yargıçlardan biri masaya eğilerek “İçinde sadece su var
çocuğum,” dedi. “Seni zehirleyeceğimizden falan mı korkuyorsun?”
Riven
başını iki yana sallayarak teklifi reddetti. Daha fazla yardım almadan
konuşmaya kararlı şekilde boğazını temizledi. Mübaşir matarayı ağzına
dayayıp koca bir yudum aldı, su ağzının kenarından sızdı. Riven görsün
diye dişlerini göstere göstere, zaferle sırıttı.
Yargıç
araya girip Riven'ın dikkatini yeniden cüppeli üç siluete ve salona
toplanmış olan kalabalığa çekerek “Bu konseyin karşısına çıkarılma
nedenin,” dedi, “İfadeni dinlemek istememiz.”
“Hüküm giymeyecek miyim?”
Yargıç şaşkınlık belirtisini son anda engelledi.
“Senin
geldiğin yerde adalet nasıl işliyor bilmem ama biz burada, adaletin her
şeyden önce anlayış ve aydınlanmayla tecelli edebileceğine inanırız.”
Küçük bir çocukla konuşurmuş gibi konuşuyordu. “Bu topluluk için son
derece önemli olan bir olay hakkında bilgin olduğunu düşünüyoruz. Bu
bilgi bir suç işlediğini ortaya koyarsa, bu suça göre hüküm giyip
cezalandırılırsın.”
Riven önce yargıca, sonra
Asa'ya, sonra tekrar yargıca baktı. Noxus'ta adalet genellikle dövüşerek
sağlanırdı. İnsan şanslıysa, karar hızla ve silahın keskin ucuyla
verilirdi. Riven yargıca temkinli bir bakış attı. “Ne öğrenmek
istiyorsunuz?”
Yargıç arkasına yaslandı. “Nerelisin Riven?”
“Hiçbir yerli değilim.”
Riven
yargıcın gözlerinin kısıldığını görünce, kafa tutuyormuş gibi
anlaşıldığını fark etti. Şahin burunlu yargıç, vereceği cevabı
yumuşatmak için duraksadı. “Bir yerde doğmuş olmalısın.”
“Trevale'de bir çiftlikte doğdum.” Riven yaşlı adama baktı. “Noxus'ta,” diye itiraf etti.
Mahkûmu duymak işin sessizliğe gömülmüş olan salon, bu cevap üstüne topluca bir nefes aldı.
“Anlıyorum,” diye devam etti yargıç “Ama artık orayı yurdun olarak görmüyorsun.”
“Yurdunuz sizi öldürmeye çalışırsa, yurdunuz olarak kalabilir mi?”
“Sürgündesin o zaman.”
“Sürgün olmak, oraya dönmek istediğim anlamına gelir.”
“İstemiyor musun?”
“Noxus artık eskisi gibi değil.” Riven'ın sesine sabırsızlık karışmaya başlamıştı. “Bu soruları geçebilir miyiz?”
Yargıç
Riven'ın asabını bileklerindeki kelepçelerden daha çok bozan bir
sükûnetle “Öyle olsun,” dedi. “Noxus filosuyla geldin değil mi?”
“Öyledir herhalde.”
“Nasıl geldiğini bilmiyor musun?” Yargıcın kafası karışmış gibiydi.
“Hatırlamıyorum,”
dedi Riven. Kalabalığa baktı, gözünün ucuyla Shava'nın bakışlarını
yakaladı. Yaşlı kadın da benzer bir soru sormuştu. Riven başını iki yana
salladı. “Ne önemi var ki? Savaş oldu. Bir sürü insan öldü. Bu kadarını
biliyorum.”
Riven'ın sözleri, toplanmış
kalabalığın içini yakan közlenmiş savaş anılarını alevlendirdi. Hepsi
bir anda ayağa kalkmaya çalışırken birbirlerine omuz atıp itiştiler,
bağrıştılar.
Biri aniden “Noxus'lu pislik! Oğlum senin yüzünden öldü!” diye haykırdı.
Küflenmiş
bir yumurta meyvesi havada uçup Riven'ın boynuna çarptı. Meyvenin
mayalanmış suyuyla posası gömleğinin içine ıslak ıslak aktı. Havayı
çürük kokusu kapladı ama Riven bu ölüm rayihasının onu uzun zaman önce
yaşadığı o anlara döndürmesine izin vermedi. Gözlerini kapayıp, aralık
dudakları arasından soluk alıp verdi.
Bunu gören
kalabalık çileden çıktı. Riven dışarıdan, bu insanların başına gelenler
hakkında hiçbir şey hissetmiyormuş gibi göründüğünün farkındaydı. Kendi
kendine “Lütfen,” diye fısıldadı ama durmalarını mı rica ediyordu, yoksa
zorlukla kontrol edebildikleri öfkelerinin tamamını ondan çıkarmalarını
mı teşvik ediyordu emin değildi.
Yanıt olarak,
mevsimi geçmeye başlamış bir sürü yumurta meyvesi taş zeminde patladı.
Biri dizinin arkasına isabet etti. Tökezledi, bağlı elleriyle dengesini
kurmakta zorlanıyordu.
Yargıç tüm heybetiyle ayağa
kalktı. Oturan köy halkının ve Riven'ın tepesinden bakıyordu. Kestane
ağacından küreyi yuvasına dan diye vururken yargıç cüppesi havada
dalgalandı. Kalabalığın altındaki ahşap sıralar, yargıcın iradesine
tepki vererek gerildiler, gacırdayıp esnediler.
“Salonda sessizlik istiyorum!”
Azarlanan köylüler sustu.
Yargıç
kendine biraz daha hâkim olarak “Evet Riven, konsey o dönemi
hatırlıyor,” dedi. “Pek çok Ionia'lı... ve Noxus'lu... hayatını
kaybetti. Peki ya sen?”
Bu soru Riven'ın da
aklından bir türlü çıkmıyordu. Bir sürü insan ölürken kendisi neden
kurtulmuştu? Tatmin edici bir cevap bulamıyordu. “Görünüşe göre bana bir
şey olmamış,” dedi alçak sesle.
“Öyle.” Yargıç soğuk soğuk gülümsedi.
Riven,
yas içindeki kalabalığı yatıştırmak için söyleyebileceği pek bir şey
olmadığının farkındaydı. Onlara gerçeği borçluydu ama gerçeği kendisi
bile bilmiyordu. O döneme ait hatıraları paramparçaydı. Başını eğdi.
“Hatırlamıyorum,” dedi.
Yargıç sorgulamaya ara vermedi. Riven biliyordu ki yargıç susar susmaz odada için için kaynamakta olan öfke birden taşacaktı.
“Ne zamandır bu ülkedesin?”
“Hatırlamıyorum.”
“Bu köye nasıl geldin?”
“Hatırlamıyorum.”
“Daha önce buraya gelmiş miydin?”
“Hatır...” Riven tereddüt etti ama net bir cevap vermesini sağlayacak anı yakalayamadı. “Hatırlayamıyorum.”
“Üstat Souma'yla tanıştın mı?”
Bu
isim Riven'ın içinde bir şeyler uyandırdı. Bir hatıranın hem keskin hem
bulanık anısı zihninden kayıp gitti. Bir zamanlar geçmişinin durduğu
boşluğa öfke doldu. İhanete uğramıştı. İhanet etmişti.
Riven bıkkınlıkla “Hatırlayamıyorum!” diye bağırdı. Bileklerindeki kelepçeler şangırdadı.
Yargıç yumuşayarak “Savaş pek çok şeyi kırıp bozar,” dedi. “Bazılarını gözle göremeyiz.”
Riven bu sözlerle aydınlanınca biraz yatıştı. Eskisinden daha sakin bir tavırla “Hatırlayamıyorum,” dedi.
Yargıç başını salladı. “Senin hatırlayamadıklarını hatırlayıp anlatacak başka birileri olabilir.”
Riven
yaşlı adamın, jürilerin önüne konmuş bir tanık sandalyesine doğru yavaş
yavaş yürüyüşünü seyretti. Kaşlarındaki asi telleri düzeltmeye
çalışırken elleri titriyordu.
Yargıç “Asa Konte,” dedi, “O-fa, bugün bilginizi bizimle paylaşacağınız için teşekkür ederiz.”
Yaşlı adam başıyla onay verdi.
“Riven adlı bu kadını tanıyor musunuz?” diye sordu yargıç.
“Evet,” dedi yaşlı adam. “Bize geçtiğimiz yağmurlu mevsimin başında geldi.”
“Size mi?”
“Eşim Shava'yla bana.”
Yargıç
hâlâ salonun önlerindeki bir sırada rahatsız rahatsız kımıldanmakta
olan Bayan Konte'ye baktı. Eliyle Riven'ı işaret etti.
“O mu sizin evinize geldi?”
Yaşlı
adamcağız “Şey, aslında onu tarlamızda buldum,” dedi süklüm püklüm.
“Gece danalardan biri kaçmış. Şafak vakti onu aramaya çıktım. Dana
yerine onu buldum.”
Kalabalıktan şaşkınlık ve endişe mırıltıları yükseldi.
“Casus!”
“Başkaları da gelir kesin!”
“Kendimizi korumalıyız!”
Yargıç uyarırcasına elini önündeki küreye koydu. Oda sessizleşti. “Ne istiyordu, Bay Konte?”
Yaşlı adam kaşlarını yine düzeltip Riven'a bir bakış attı. Gözleri özür diler gibiydi.
“Ölmek istiyordu sayın yargıç,” dedi alçak bir sesle.
Yargıç öne eğildi.
“Yağmurlu
mevsimin başıydı,” diye devam etti Asa. “İliklerine kadar ıslanmış,
çamura batıp çıkmıştı. Bir deri, bir kemik, bir de o kemiklerin
üstündeki inatçı Noxus kaslarından ibaretti.”
“Noxus'lu olduğunu biliyor muydunuz?”
“Yanında silahı vardı. Kılıç. Kınına ana diliyle bir şeyler işlenmişti. Hiçbir Ionia'lı öyle bir silah taşımazdı.”
Yargıç dudaklarını büzdü. “Bay Konte, işgal sırasında ağır kayıp verdiniz mi?”
“Verdik, sayın yargıç,” dedi yaşlı adam. Karısına baktı. “İki oğlumuzu kaybettik.”
“Kadına ne yaptınız?”
Yaşlı adam derin bir nefes aldı.
“Onu eve, Shava'nın yanına götürdüm,” dedi.
Salonda
yine yükselen mırıltılar, yaşlı adamın bunca acımasız bir düşmana
merhamet göstermiş olmasını sorguladı. Her bir yüzde bir kayıp hikâyesi
vardı. Köyde savaştan zarar görmeyen kimse kalmamıştı. Yaşlı adam başını
kaldırdı. Kalabalığa dönüp, kalplerindeki sertliğe karşı durdu.
“Gökyüzü
oğullarımın... evlatlarımın kemiklerini çoktan temizledi.
Kaybettiklerimiz, üzüntümüzden kendimizi onların yanına gömmemizi
isterler miydi?”
Riven, yaşlı adamla karısının birbirlerine anlamlı anlamlı baktıklarını gördü. Shava'nın gözleri irileşip nemlenmişti.
“Onları
kaybetmeye hazır değildik ama...” Yaşlı adamın sesi titredi. “Ama yaşam
devam ederken, kendimizi geçmişe hapsetmenin kimseye faydası yok.”
Shava
alt dudağını ısırıp, yaptıkları seçimi kınayabilecek kişilere meydan
okurcasına oturduğu yerde dikleşti. Asa kalabalığın bakışlarına arkasını
döndü. Tabure altında gıcırdadı. Yargıca baktı.
“Evden
o kadar çok ölü çıktı ki bir kişi daha eklemeyi yüreğim kaldırmadı,”
diye açıkladı. “Kızı yıkayıp pakladık ve elimizdekileri ona barış içinde
sunduk.”
Yargıç hislerini belli etmeden başını
salladı. Riven yargıcın üstündeki giysileri inceleyişini, kıvrık yenleri
ve paçaları zihninde açışını seyretti. Aklından neler geçtiğini
biliyordu. Yaşlı kadın giysileri getirdiğinden beri kendisi de aynı
şeyleri defalarca düşünmüştü. Giysiler ondan bir kafa uzun, genç bir
adam için dikilmişti. Belki Shava'nınki gibi bir gülümsemesi, belki
Asa'nınki gibi iyilikle bakan gözleri vardı.
Riven'a
sürekli kendi zayıflığını hatırlatıyorlardı. Yıllar boyunca Noxus'un
gücüyle yaşanıp ölündüğünü gördüğü halde onların sunduğu kırılgan barış
umudunu kabul etmiş, bu umudu ve kendi ailesi olmuş olabilecek bir
aileyi giyinmişti.
“Gücünü toplayınca tarlalarda
çalışmak istedi,” diye devam etti yaşlı adam. “Karım da ben de yaşlıyız.
Yardımı çok makbule geçti.”
“Karınız ya da siz canınızdan endişe etmediniz mi?”
“Kız Noxus'un lafını bile duymak istemiyor. Noxus'tan nefret ediyor.”
“Bunu size kendisi mi söyledi?”
“Hayır,”
dedi yaşlı adam. “Geçmişi hakkında hiçbir şey söylemedi. Shava bir
keresinde sormuştu, cevap bile vermedi. Ona acı verdiğini görünce bir
daha da sormadık.”
“Hiçbir şey söylemediyse, memleketi hakkındaki duygularını nasıl anladınız?”
Asa
Konte ihtiyar gözlerini sildi. Riven yaşlı adamın yüzünden, sanki bu
sözleri aktarmaya hakkı yokmuş gibi bir sıkıntı geçmesini seyretti.
Yaşlı adam çevresindeki seyircilerin aniden farkına vararak çabuk çabuk
konuştu.
“Ateşi varken rüyalarında sayıkladı, sayın
yargıç.” “Bize geldiği geceydi. Ona ait olan, çok önemsediği bir şey
kırılmıştı. Bunun için Noxus'a isyan ediyordu.”
“Bahsettiği bu nesneyi biliyor musunuz?”
“Sanırım
biliyorum, sayın yargıç.” Yaşlı adam başını yavaş yavaş salladı.
“Kılıcının kabzasındaki topuz, kınına bağlanmıştı. Dört gün önce bağları
çözdüğünü gördüm. Kılıcın bıçak kısmı kırılmıştı.”
Riven o gün kendisini sadece ahırda fare tutan şişman kedinin seyrettiğini sanmıştı.
Noxus silahlarının kalitesine ilişkin alaycı yorumlar kalabalığın arasında yılan gibi kıvrıldı.
Noxus silahlarının kalitesine ilişkin alaycı yorumlar kalabalığın arasında yılan gibi kıvrıldı.
“Peki bu bilgi üzerine ne yaptınız Bay Konte?”
“Kılıcı tapınağa götürdüm.”
Yargıç başını yana eğerek yırtıcı kuş burnunun ucundan yaşlı adama baktı. “Ne için?”
“Rahipler
tamir edebilir diye umuyordum. Kılıç tekrar bir araya gelirse, geçmişin
onu kovalayan hayaletleri de belki azalır diye düşünüyordum.” Yaşlı
adam, arkasında ayaklanan kalabalığa karşın Riven'a ve ellerini bağlayan
zincirlere bakmaya devam ediyordu. “Belki şimdiki hayatında biraz huzur
bulur dedim.”
Yargıç kalabalığı soğuk bakışlarıyla
susturarak “Bilgilerinizi konseyle paylaştığınız için teşekkür ederim
Bay Konte,” dedi. “Başka sorumuz yok.”
Rulosu açılmış bir parşömene göz atıp mübaşire baktı.
“Silahı getirin.
Riven
iki tapınak rahibinin üstüne uçuk mor bir kumaş serilmiş ahşap bir
tepsiyi içeri getirip yargıç konseyinin önündeki masaya dikkatle
bırakmasını seyretti. Rütbesi ahşap omuzluklarıyla göğüs zırhının
kakmalı kenarlarından belli olan bir savaşçı rahip öne çıktı.
“Göster,” dedi yargıç.
Savaşçı
rahip uçuk mor kumaşı çekince, kendisi de kını da uzun bir kalkandan
daha büyük olan bir silah ortaya çıktı. Kına Ur-Nox dilinin sert
harfleriyle oymalar yapılmıştı. Harflerin dik açıları ve keskin
çizgileri, Ionia'nın akıcı yazısıyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Ama
yargıçların ilgisini kılıç çekmişti. O kadar kalın ve ağır bir silahtı
ki değil karşılarında duran genç kadının ince bileklerini, kaldırmaya
çalışacak bir tapınak rahibinin iyi çalıştırılmış kolunu bile kıracak
gibi görünüyordu. Hatta Riven da silahı ilk gördüğünde aynı şeyi
düşünmüştü.
Silahın kesici kısmı artık bütün
halinde değildi, metal sanki devasa pençelerle öfkeli parçalara
bölünmüştü. En büyük beş parça kendi başına bile ölümcül olurdu ama her
ne kadar kırık ve darmadağın olsa da tamamının yumuşak Ionia kumaşı
üstüne dizilmiş hali cidden dehşet vericiydi.
Yargıç Riven'a baktı. “Bu silah sana ait.”
Riven başıyla onayladı.
Yargıç kendi kendine “Bu kadar parçalanmış halde kullanılması zordur herhalde,” dedi.
Kalabalıktan alaycı gülüşler geldi.
Savaşçı
rahip durduğu yerde huzursuzca kımıldandı. “Bu silah efsunlanmış, sayın
yargıç. Noxus'lular kesici kısma büyü hapsetmişler.” Sesinde ağır bir
iğrenti vardı.
Riven yargıcın rahibi dinleyip
dinlemediğini anlamıyordu. Yargıç dalgın dalgın başını sallarken,
bakışları silahın üstünde gezindi ve sonunda Riven'ın bulacağını
bildiği, doldurmaya çok uğraşıp dolduramadığı boşluğu buldu. Yargıcın
şahin burnu seğirdi.
“Bir parçası eksik.”
Mezarlık sessizliğine bürünmüş olan toplantı salonu
kalabalığın uğultusuyla canlandı. Kargaşayı duyup gelen silahlı savaşçı
rahipleri, üzerlerine çullanmış olan tehlikeli büyüden kaçmak isteyen
köylüleri iterek kapılardan içeri daldılar.
Şahin burunlu yargıç ayağa kalkıp ahşap küresini masaya vurdu.
“Mahkeme salonunda denge sağlansın derhal,” diye emretti.
Oda
bir kere daha sessizliğe gömüldü. Devrilen sıralar kaldırıldı.
Kalabalık yerlerine yerleşti. Şala bürünmüş yabancı yaralı burnunu
kaşıyıp, toplantı odasının duvarlarını karartan göğüs hizasındaki yeni
yanık izini incelemek için ilerledi. Bir savaşçı rahip, büyülü silaha
çekine çekine yaklaştı.
Kırılmış masa bacakları
arasında kılıç ve kını duruyordu. Hâlâ kırık olan parçaların arasında
yeşilimsi parlayan enerji akımları atlıyordu. Savaşçı rahip eğilip
kabzanın topuzuna uzandı, kılıcı iki eliyle birden kaldırırken gerçek
ağırlığını hissetti. Silah parçalanmış olmasına rağmen şeklini muhafaza
ediyordu.
Kalabalığın arasından biri “Bırak o
lanetli şeyi!” diye bağırdı. Rahip kılıcı kınına koydu, diğer rahipler
onu alıp götürmeye geldiler.
Riven “Onu ben
öldürdüm,” diye tekrarladı. Ses hem ona aitti hem değildi. Geçmiş onun
ağzından konuşuyordu. Odadaki yüzlere baktı. Hafızası yerine gelince,
geçmişinin karanlık bir köşesini yeniden hatırlamıştı.
“Riven,” dedi yargıç.
Riven'ın dikkati kılıçtan yargıca döndü.
“Neyi itiraf ettiğinin farkında mısın?” diye sordu yargıç.
Riven başıyla onayladı.
“Neden yaptın bunu?”
“Hatırlamıyorum.”
Riven'ın tek söyleyebildiği bu sözcüklerdi. Elleri bağlı olduğu için
gözlerinden sessizce akıttığı yaşları silemiyordu.
Yargıç dimdik ona bakarak daha fazla gerçeğin itiraf edilmesini bekledi ama devamı gelmediğinde mübaşire işaret etti.
“Riven, seninle konuşup barışmak isteyenlerin gelebilmesi için şafağa kadar bu salonda zincirli kalacaksın.”
Riven bileklerindeki kelepçelere baktı.
“Biz de yargıçlarla birlikte parşömenleri okuyup ihtiyarlar meclisine danışarak suçuna uygun bir ceza kararlaştıracağız.”
Köy
halkı salonu sessizce boşalttı. Son çıkanlar ihtiyar çift oldu. Riven
bunu, Shava'nın taşralı sesiyle ihtiyar adama bir şeyler fısıldaması
sayesinde fark etmişti ama yaşlı kadıncağızın sesi o kadar duyguluydu ki
ne dediğini anlamamıştı. Yaşlı ayaklarını sürüye sürüye kapıdan
çıktıklarını duyunca, sonunda başını kaldırdı. Odada canlı kimse
kalmamıştı. Yanında sadece geçmişinin hayaletleri vardı.
Gece
yarısı havası soğuk ve berraktı. Karanlık gökte yükselen dolunayın
çevresinde bir don halkası vardı. Salonun hâlâ açık olan kapılarından
içeri ışık giriyordu ama Riven'ı salonun arka tarafında tutan gölgelere
kadar ulaşmıyordu. Gelenlerden hiçbiri gün boyunca barışmak için içeri
girmemişti. Savaşçı rahipler kılıcı götürmüşlerdi ama odanın çevresini
dolaşan, üstüne sivri odun parçaları saplanmış yanık izi köy halkının
içeri girmesine engel olmuştu. Bazıları açık kapıdan bakıp birkaç kere
daha çürük yumurta meyvesi atmıştı ama nihayetinde Riven düşünceleriyle
baş başa bırakılmıştı. Bir yerden sonra uyuyakalmıştı ama doğacak olan
şafağın gördüğü son şafak olacağını bildiği için hafif, rahatsız bir
uyku uyumuştu. Gün doğumundan önceki saatlerde gelen hışırtılı ayak
seslerini duyar duymaz anında uyandı.
Gözlerini açtı.
“O-fa,” dedi. “Burada ne işin var?”
Yaşlı
adam yavaş yavaş onun yanına diz çöktü. İçinde bir sürü el aletinin
olduğu yumuşak bir kumaş parçasını yere yaydı. Riven aletleri tanımıştı.
Yaşlı adamın uzun demiri sabana takmak için kullandığı aletlerdi
bunlar.
“Ne yapıyor gibi bir halim var çocuğum?” Ay
ışığının silueti yüzündeki kırışıkları daha da belirginleştiriyordu ama
birlikte oturdukları gölgelerin kasveti onu Riven'ın düşündüğü şekilde
etkilememişti.
“Ölmekte amma da inat ediyorsun,” diye azarladı onu. “Denge öyle bulunmaz.”
Riven'ın
el ve ayak bileklerindeki kelepçelerle uğraşmaya başladı. Riven'ın
zihni adamı itip eve göndermesini söylüyordu ama öyle yapmadı. Bencil
kalbi izin vermiyordu. Hayatının son anlarında yanında oturacağı kişi bu
yaşlı adamsa, Riven bu anın olabildiğince uzun devam etmesini
istiyordu. Birkaç dakika böyle oturdu. Sonra salonun önündeki çakıllarda
ayak sesleri duydu. Asa'ya baktı. Açtığı kelepçeleri çocuk oyuncağı
gibi ona göstererek gülümsüyordu.
“O-fa. Çabuk ol.
Saklan hemen. Biri geliyor.” Riven'ın sesi öyle aniden ve keskin bir
şekilde sertleşmişti ki tartışmanın imkânı yoktu. Yaşlı adam gölgeler
arasında beklemek için yavaş yavaş bir köşeye gitti. Riven önceden
çalıştığı uyuma pozunda başını eğdi. Saçlarını yüzüne döktü ama
gözlerini açık tutuyordu.
Ağaçların arasından
kuvvetli bir rüzgâr esti, salonun büyük kapılarının direkleri etrafında
dolandı. Eşikte duran bir adamın, ay ışığı huzmesiyle çerçevelenmiş dış
hatları belli oluyordu.
Yabancı
şalını yüzünden tamamen çekmişti. Şal şimdi omuzlarından gevşekçe
sarkıyor, kılıcının ve metal omuzluğunun hatlarını gizlemiyordu.
Diğerleri gibi o da girişte durdu. Diğerlerinin aksine o içeri girdi.
Ayakları taş zeminde hiç ses çıkarmıyordu. Riven'dan bir kılıç boyu
uzakta durdu.
Elini sırtına atıp, üstüne sert hatlı rünler kazınmış deri bir kına uzandı. Kını tangırtıyla Riven'ın ayaklarına attı.
“Hangisi daha ağır geliyor Riven?” diye sordu. “Kılıcın mı, geçmişin mi?”
Yabancının,
Riven'ın uyumadığının farkında olduğu belliydi. Riven numara yapmayı
bıraktı. Başını kaldırıp, adamın gri gölgelerden ibaret yüzüne baktı.
Burnundaki yara izi yine de belli oluyordu.
“Sen kimsin?” diye sordu Riven.
“Bir başka kırık kılıç,” dedi adam. “Suçunu kabul etmeye hazırsın. Bunun için sana hayranlık duyuyorum.”
Riven, adamın yüzünden kısa bir süreliğine bir duygu belirip kaybolduğunu gördü.
“Kılıcının hikâyesi bu kadar değil,” diye devam etti adam. “Olanların doğrusunu öğrenmek istiyor musun?”
“Onu
öldürdüm. Benim yüzümden öldü. Hepsi benim yüzümden öldüler,” diye
karşılık verdi Riven. Daha fazla yasa katlanabileceğini sanmıyordu.
“Silahını al.”
Riven doğrulup oturdu. Adamın sesindeki pes öfke hırıltısını fark edebiliyordu.
“Kalk da geçmişinle yüzleş,” dedi adam. Sesi, tartışmaya olanak tanımıyordu.
Bir
rüzgâr çıktı, salonun içinde kıvrılarak sıraları geri itti ve Riven'ı
ayağa kaldırdı. İçgüdüleri ve kas hafızası, genç kadının koluna yön
verdi. Riven yabancıya döndüğünde, kının içindeki kılıcı tutuyordu.
“Ondan bu kılıcı yok etmesini istedim,” dedi.
Adam “Öyle mi?” diye sordu, sesi alaycıydı.
Sorduğu
iğneleyici soru, Riven'ın hatıralarından birine batmıştı. Yarı yarıya
hatırladığı bir hayalle ürperdi. Üstat Souma'nın sesi ne kadar sakindi.
Meditasyon odasındaki hava, tütsü kokusundan ve düşüncelerden
ağırlaşmıştı. Üstat Souma ne Riven'ı ne de yükünü yargılamıştı.
Riven
şimdi karşısında durmakta olan yabancıya bakarken kalbindeki elem
artıyor, vücudunu doldurup ellerine ilerliyordu. Kabza topuzunu sıkıca
tutarak rünlü kılıcı kınından çıkardı.
Adama “Neden geldin?” diye sordu.
Kırık kılıcın içinden güç akıyordu. Kör edici ışık, duvarlara gölgeler düşürüyordu.
“Ölmek istediğini duydum.” Yabancı gülümsedi.
Riven'a
musallat olan hayaletler tüm güçleriyle geri dönmüşlerdi. Riven şimdi
kılıcını bütün gücüyle onlara savuruyordu. Adamın kılıcı mutsuzluğu ve
hiddeti savuşturuyordu. Bu Riven'ı öfkelendiriyor, onu içinde bulunduğu
ana sabitliyordu. Birbirlerinin çevresinde dans ediyorlardı. Her
darbelerinde ve engellemelerinde hava vınlayıp çıtırdıyordu.
“Ustamın katilini öldürmeye geldim.” Adam sıktığı dişleri arasından hızlı hızlı soluk alıyordu. “Seni öldürmeye geldim.”
Riven gözlerinde yaşlarla güldü. “Öldür o zaman.”
Rüzgâr
savaşçısı kılıcını indirip, onun yerine çevrelerindeki havaya yön
vermeye başladı. Büyü doruğuna ulaştığında, adam enerjiyi rünlü kılıca
odakladı. Silahın içindeki Noxus büyüleri zangırdadı. Kılıcın kırık
parçaları bir anlığına ayrıldı, en uçtaki kırık yerinden çıktı.
Enerji
çökünce kırık yerinden fırlayıp Asa'nın durduğu gölgeli köşeye uçtu. Bu
küçücük ölüm parçası, yaşlı adamın boğazına saplanmak üzereydi.
Riven'ın burnuna anılarındaki tütsü kokusu geldi. Üstat Souma'nın
meditasyon odasındaydı yine.
“Hayır!” diye bağırdı. Riven, daha önce de yaşanmış olan bu olayı önlemekten aciz halde kılıcını elinden bıraktı.
Şarapnel
tam yaşlı adamın yıpranmış derisine değecekken, bir hava akımı onu
olduğu yerde durdurdu. Burnu yara izli yabancı kendine zorlukla hâkim
olarak iç çekti. Riven'ın kırık kılıcının ufak parçası, zararsızca yere
düştü.
“Bu kadar ağır soluduğunuz için çok
şanslısınız Bay Konte,” dedi yabancı. Soluk soluğaydı, kendi sözleri de
ağzından hızlı hızlı dökülüyordu.
Riven yaşlı adama
koşup ona sarıldı. Omzunun üstünden yabancıya baktı. Adam boş elinin
tersiyle terini silerken, saçı hâlâ hafif bir rüzgârla dalgalanıyordu.
“Gerçekten
doğruyu söylüyormuşsun.” Yabancı onların yanına gidip kılıç parçasını
eline aldı. Riven yabancının öfkesinin bir kısmının anlayışa dönüşmesini
seyretti. “Üstat Souma'nın ölümüne neden olmuşsun ama onu sen
öldürmemişsin.”
“Özür dilerim. Çok özür dilerim.”
Riven arayıp durduğu anı bulmuştu. Yeniden yaşıyordu. Çabuk çabuk, boğuk
bir sesle konuşuyordu. Yaşlı adama tutunurken titriyordu.
“Yanına
gittim. Ona yalvardım...” Riven duygularını kontrol edemez hale
geldikçe konuşmakta zorlanmaya başlamıştı. “Bana yardım etmesi için
yalvardım. Bunu ortadan kaldırmasını istedim. Beni ortadan kaldırmasını
istedim.”
“Üstat Souma kılıcını yok etmeye
çalışmış,” dedi yüzü yara izli adam. Onun da sesi boğuklaştı. “Ama
geçmişimizi yok edemeyiz, Riven.”
Riven bir daha
canlanamayacak ama ölü de kalmayacak hatıralarla yüzleşmenin nasıl bir
şey olduğunu biliyordu. Artık bu yabancının da peşinde hayaletler
olduğunu görebiliyordu. Adam derin derin iç çekerken, etrafında dönüp
duran burgaçlar yatıştı.
“Üstat Souma'dan ben
sorumluydum. O gece... orada olsam... onu koruyabilirdim. Senin niyetin
onu öldürmek değildi.” Riven bunun nasıl bir şey olduğunu bilen bir
savaşçının bakışlarıyla, adamın kendi suçlarının görünmez ağırlığını
yeniden kendi omuzlarına yüklemesini seyretti. Adam onun gözlerinin
içine baktı. “Neticede ölümü yine de benim suçum.”
“Yasuo?”
Yaşlı adam yabancıya daha dikkatli bakıp, eklemleri çıkık parmağını ona
doğru salladı. “Bunu dürüstçe kabul ederek çok onurlu bir şey yaptın.”
“Onurum
beni terk edeli çok oldu O-fa.” Riven Yasuo'da umuda, affedilmeye karşı
kendisinin de gösterdiği direnci gördü. Karmakarışık saçlı adam,
ihtiyarın azarlaması karşısında başını iki yana salladı. “O zamandan
beri hatalarım uç uca eklendi. Benim cezam da bu.”
İtirafı,
çakılların gıcırtısıyla kesildi. Toplantı salonuna, şahin gagası
burunlu bir kadın girdi. Kadın odada gezinerek bu iki kırık savaşçının
arasındaki çatışmanın verdiği hasarı inceledi. Ayak seslerine bir metal
şangırtısı eşlik ediyordu. Yargıç Riven'la yaşlı adamın yanından
geçerken yavaşladı. Riven, kelepçelerinin anahtarının takılı olduğu deri
halkayı fark etti. Yargıç yabancıyla yüz yüze gelince durdu.
İfadesiz bir sesle “Sorumluluğu üstlenmek, kefaretin ilk adımıdır Yasuo,” dedi.
“Peki ikincisi?” Yasuo'nun sesinde çaresizlik belirmişti.
Yargıçla bakışmaya devam etti. Oda durgunlaştı, nefesini tuttu.
Yargıcın alçak sesi, boş toplantı salonunda yükseliyordu. “Kendini affetmek.”
Riven
diğer savaşçıya dikkatle bakıyordu. Adam, acısını dindirmesini
sağlayacak sözcükleri söyleyemiyordu bir türdü. Riven uzun süre boyunca
ölmek istemişti. Ama şimdi Yasuo'nun mücadelesine tanık olunca,
yapabileceği en zor şeyin hayatta kalıp işlediği suçla yaşamak olduğunu
anlıyordu. Yasuo şimdi ona bakıyordu. Kalıp geçmişiyle yüzleşecek miydi?
Sırtında rüzgârın ağırlığını taşıyan adam döndü,
salondan çıkıp gecenin karanlığına karıştı. Riven yaşlı adamın yıpranmış
ellerini sımsıkı tutuyordu.
Şafak
vakti hava soğuktu ama bulut örtüsünün, ilerleyen saatlerde havanın
ılık ve nemli olacağını gösterir bir hali vardı. Savaşçı rahip ve şahin
burunlu yargıç Riven'ı almaya geldiklerinde, yargıç hâlâ yere düzgünce
yığılmış halde duran kelepçeleri görüp ince kaşlarından birini
kaldırmıştı. Riven kendi kendine ayağa kalkarak, geleceğiyle yüzleşmek
için salondan çıktı.
Diğer yargıçlar, beklemekte
olan köy halkını toplantı salonunun önündeki meydana topladı. Riven,
içlerinden hiçbirinin kendisiyle veya rünlü kılıcıyla aynı odada durmak
istemediğini farz ediyordu. Serin bir meltem, yargıcın saç örgülerini
çekiştiriyordu.
“Kanıtları inceleyip ihtiyar
heyetiyle görüştükten sonra, Noxus'lu kadının suçlarının cezasını
çekmesine karar verdik,” diye söze girdi yargıç.
Doğduğu ülkenin adı geçince Riven'ın sırtındaki tüyler dikleşti. Shava'yla Asa'nın birbirlerine yaslanmasını seyretti.
“İdam
cezasını infaz etmek kolaydır ama idam dünyanın dengesini sağlamaz,”
diye devam etti baş yargıç. “Bir suçun toplumda yol açtığı hasarların
tamir edilmesine faydası olmaz.”
Köy halkı ciddi
ciddi baş sallayarak onayladı. Riven yüzlerine baktı ve eksik olanların
çoğunun arasındaki benzerliği gördü: gençler annesiz ve babasız,
yaşlılar evlatsızdı.
“Bu konsey bunun yerine daha uzun ve sert bir cezada karar kıldı,” dedi yargıç. “Sürgün Riven'a kırdıklarını tamir ettireceğiz.”
Yargıç şahin gagası burnunun ucundan Riven'a baktı.
“Ağır çalışma cezası çekecek,” diye duyurdu. “Bay ve Bayan Konte'nin tarlalarını sürerek başlayacak.”
Kalabalığa bir mırıltı yayıldı.
“Mahkeme
ayrıca Riven'ın toplantı salonuna verdiği hasarları tamir etmesine ve
Noxus istilası sırasında evleri hasar görüp ailesi yaralananlara
yardımcı olmasına karar verdi.”
Yargıç beklenti içinde Riven'a baktı. “Bu karara uyarak yaşayacak mısın?”
Tüm
gözler Riven'ın üzerindeydi. Boğazı yeni bir duyguyla tıkanmıştı.
Çevresine baktı. Peşindeki hayaletler, bu cezanın açıklanmasıyla yok
olup gitmemişti. Riven onların yaşayanların arasına rahatça karışmasını
seyretti. Şaşırmıştı. Gördüklerini hoşnutlukla kabul etti. Kendisine
verilen hediyeye layık olduğunu kanıtlayacaktı onlara.
“Evet.” Sesi o kadar boğuklaşmıştı ki kulağına yabancı geliyordu.
İhtiyar
çift bunu duyunca koştu. Riven'ı sımsıkı kucakladılar. Riven onların
arasında rahatladı, ona yaslandıkları gibi kendisi de onlara yaslandı.
Shava, Riven'ın kırpık saçlarına “Dyeda,” diye fısıldadı.
“Kızım,” diye cevap verdi Riven.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder